Powered By Blogger

Okuyan Koala 🐨


 

Film: Yeşil Yol (The Green Mile)

Yönetmen: Frank Darabont

Süre: 188 Dakika

Yıl: 1999

Tür: Dram/Suç

Oyuncular: Tom Hanks

                     David Morse

                     Michael Clarke Duncan

                     Barry Pepper

                     Bonnie Huntürkiye

Herkese merhaba. Blogları Canlandırma Projesi için yazdığım film incelemem ile yeniden sizlerleyim. Bu proje kapsamında bir tema belirliyoruz ve bu tema ile ilgili dizi-film izleyip kitaplar okuyup bunları bloglarımızda yayınlarak siz okuyuculara sunuyoruz. Bu ay Blogları Canlandırma Projesi kapsamında ele alacağımız tema hukuk, mahkeme ve adaletti. Ben de bu tema için izlemek istediğim ama bir türlü başına oturup da izleyemediğim bir filmi seçtim: Yeşil Yol. Yeşil Yol orijinal adıyla The Green Mile, Stephen King’in aynı isimle romanından uyarlanmıştır. Yönetmenliğini Frank Darabot’un yaptığı bu filmin başrolünde benim en sevdiğim oyunculardan birisi olan Tom Hanks yer alıyor. Gerçek bir Tom Hanks hayranıyım ve her filmini izlemek için uğraşıyorum ve hepsinden de bir o kadar keyif alıyorum. Her filminden sonra ise hayata karşı duruşumda bazı etkilere neden oluyor. Kendime yeni şeyler katmış gibi hissediyorum. Sözü daha da uzatmadan önce filmin konusundan kısaca bahsedip daha sonra beni etkileyen detaylar hakkında konuşacağım.

Film önceden bir infaz gardiyanı olan Paul Edgecomb'un huzurevindeki bir arkadaşına geçmişte yaşadığı bir olayın ondaki etkilerini söylemesi ve olayı anlatmasıyla başlar. Oldukça iri yarı bir adam olan John Coffey adında bir idama mahkûm kişi getirilir. Bu adam iki küçük kıza tecavüz etmek ve onları öldürmekten dolayı idama mahkûm edilmiştir. Oldukça iri yarı ve korkutucu görünse de aslında ince düşünceli ve fazlasıyla da korkak bir insandır. İzlerken bu adamın bu kızları nasıl öldürdüğünü düşünmeden edemezsiniz. Zaten aslında neler olduğunu da filmin son dakikalarına doğru öğreneceksiniz de. Bir hastalığı bulunan Paul’un hastalığını John’un iyileştirmesi ile olaylar başlar. Tanrı tarafından adeta ona iyileştirme gücü verilmiştir. Bu doğa üstü gücü sayesinde hastalıkları kendi içerisine çeker ve ağzından serbest bırakır. Dışarıdan bakınca her ne kadar güzel bir güç gibi görünse de aslında onu derinden etkileyen çok fazla şey görür bu gücüyle. Paul’un düşünceleri onun bu gücünü gördükten sonra yavaş yavaş değişmeye başlar ve sonra onun aslında masum olduğunu düşünmeye başlar. Peki ya John masum mudur yoksa değil midir? O elektrikli idam sandalyesine oturacak mıdır yoksa oturmayacak mıdır?


Öncelikle filmin isminin neden Yeşil Yol dendiğine değinelim. Yeşil Yol filmde Paul’un yönetiminde olan idam edilenlerin bulunduğu yere verilen isimdir. Normalde diğer hapishanelerde bu yola ‘’Son Yol’’ ismi verilirken buradaki gardiyanlar ‘’Yeşil Yol’’ demişlerdir. Bunun nedeni ise zeminin sönük kireç taşından olmasıdır.

Filmde iyi ve kötü arasındaki dengeden yararlanılarak suçlu-suçsuz ve haklı-haksız arasındaki zıtlıklara yer veriliyor. Gardiyanlar ikiye ayrılıyor iyi ve kötü diye. Bir yanda diğerlerini aşağılamak, onların ölümünü merakla seyretmek isteyen ve torpille bir yere gelmiş Percy varken; diğer yanda insana insan olduğu için değer veren, olayların farklı yönlerini değerlendirip görebilen ve insani değerlerini yitirmemiş diğer gardiyanlar yer alır. Suçluluk ve suçluluk üzerine ise John’un yaşadığı olay üzerinden örnek verebiliriz. John’un suçlu ya da suçsuzluğuna ilişkin elde bir kayıt yoktur. Sadece yanlış yerde yanlış zamanda oradadır ya da insani duyguları ağır basmıştır. John sanki gökten düşmüş gibidir. Onun geçmişine ait kayıt da yoktur. Suçlu olduğuna ve idamına karar verilirken sadece görülen olaya bakarlar. Olay incelenmemiş ve kişinin kendisini savunmasına izin verilmeden idama mahkûm edilmiştir. Hem insan hayatının ne kadar değerli olduğu hem de ne kadar değersiz olduğunu aynı anda gözler önüne serer bu sahne. Bir yanda iki küçük kızın hayatı için sağlanmaya çalışılan adalet ile diğer yanda bir kişinin hayatını sorgulamadan gasp etmek.

Filmde içimizi rahatlatacak gelişmeler de yok değildir. İzlerken adeta oh çekeriz. Bir şekilde evet iyiler de toplum içinde cezalandırılmaktadır ancak kötüler de cezalarını çekmektedir. O kadar ki kötü insanların sonunda cezalandırıldığı o sahneler belki de işte adalet dedirtmektedir. Evet iyi insanlar ölmüş olabilir ama onlara bu cezaları çektirmiş olan o kötü zihniyet sahipleri de cezasız kalmamıştır. Eminim siz de izledikten sonra göreceksiniz ki gerçekten ince detaylarla onların yaşadıklarını görünce sonunda demeden kendinizi alamayacaksınız.

Filmde beni en çok etkileyen nokta bir fare ile ölümün kıyısında olan bir insanın dostluğu oldu. İdam zamanın belli ve hala hayattan alabileceğin kadar zevk almaya çalışıyorsun. Bir şekilde bir sürü pişmanlıkların var. Ancak geriye dönüp o zamanı telefi edemeyeceğimize göre önümüze odaklanıp en azından hayatın o kısacık kalan kısmının tadını çıkarmak gerek. O kasvetli ortamda bir insan için umut ışığı, bir yaşama anlamı sağlıyor. Evcil hayvan gibi belki de daha yakını. İnsanın tek mal varlığı oradaki bir fare. Kendisi ölünce bir başkasının ona bakacağını bile düşünmemesi. Kendisi gibi kimsenin ona değer vermeyeceğini düşünmesi. Kimimize göre sadece bir fare. Hatta kimisi için iğrenilecek bir canlı. Ama bir insan hayatındaki yeri ne kadar değerli ve anlamlı. Bazen o küçük şeyler insanlığımızı koruyup kendimizde olmamızı sağlar. Er canlı belli amaçlarla dünyada yaşar. Neden bir fare de bir insanın son günlerini güzel bir şekilde geçirmesi için var olmasın ki?

Son olarak bir sahne var ki eminim siz de izleyince etkileneceksiniz. O sahne de aşağıya fotoğrafını da koyacağım mahkumların oturdukları o elektrikli sandalyedeki son anlarıdır. Sandalyeye oturtulurlar, elleri ve ayakları bağlanır. Son olarak söylemek istedikleri sorulur. Başlarının ortası tıraş edilmiştir. Bu bölgeye ıslak bir sünger konulur ve elektrik kablosuna bağlanır. Bu ıslak sünger elektrik beyne çabuk ulaşsın diyedir.  İnsanoğlu bir yandan bir insanın ölmesine karar verirken bir yandan daha az acı çeksin diye farklı yollar bulmaktadır. Ne garip.


Bazı filmler vardır herkesin izlemesi gereken. İşte tam da öyle bir film. Hayat dersi çıkarılacak ve içimizdeki hak, adalet, hukuk kavramlarına bir başka boyut katacak bir filmdir. Oturur belki tekrar izlerim. O kadar beğendim ve 3 saatimi harcadığım için pişman olmadım. Umarım siz de izler ve pişman olmazsınız. Aklınıza en ufak bir soru işareti kalmamıştır umarım izlemeniz için. Yeni bir filmle farklı bir zamanda görüşmek üzere.

Filmde Beni Etkileyen Bazı Sözler

Sence, bir insan, yaptıklarından gerçekten pişmanlık duyarsa en mutlu olduğu zamana geri dönüp sonsuza dek orada yaşar mı?

Yoruldum, patron. Yollarda yağmurdaki bir serçe kadar yalnız olmaktan yoruldum. Yanımda hiç arkadaş olmamasından bıktım. Nereye gideceğimizi, nereden geldiğimizi söyleyecek biri. İnsanların birbirine kötü davranmasından bıktım.

Onları sevgileriyle öldürdü. Tüm dünyada böyle.

Hepimiz hakkında düşünüyorum. Kendi yeşil yolumuzda yürüyoruz, her birimiz kendi zamanında.

 





Share
Tweet
Pin
Share
20 Comments

 



Kitap: Doktor Moreau’nun Adası

Yazar: H. G. Wells

Sayfa Sayısı: 166

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 

“Az sonra da başta beni bu gizemli adayı keşfetmeye zorlayan ses, pumanın acıklı iniltisi duyuldu, ancak bu kez üzerimde beni rahatlatan, olumlu bir etkisi oldu. Bunu duyduğum anda, her ne kadar bayılmak üzere ve korkunç derecede bitkin olsam da bütün gücümü topladım ve ışığa doğru koşmaya başladım. Bir sesin beni çağırdığını duyar gibi olmuştum.”

Merhaba bloğumun sevgili okurları. Günler sıcak ve bir o kadar da yorgun bir şekilde geçmeye başladı. Malum yaz ayındayız. Herkes bir şeylerden şikayetçi. Şu sıcak havalarda hele de yolculuk yaparken yapılacak en güzel aktivite belki de kitap okumaktır. Ben ne zaman yolculuğa çıkacak olsam yanımda her zaman bir kitap hazırda bulunur. Bu kez yanıma daha önce okumadığım bir yazara ait bir kitap aldım: Doktor Moreau’nun Adası. Konusuna kısaca değinip daha sonra kitap hakkındaki düşüncelerimden bahsedeceğim. Eminim ki siz de bu yazıyı okuduktan sonra kitabı merak edip okuyacaksınızdır. Konusu gerçekten ilgi çekici.

Olaylar Edward Prendick etrafında gelişir. Prendick yaşadığı bir gemi kazası sonucunda başka bir gemideki Montgomery tarafından kurtarılır. Bu adam ile tanışması onun bundan sonra yaşayacaklarının ilk adımıdır. Montgomery yanında birkaç adam ve hayvanla volkanik bir adaya gitmektedir. Bu adada yaşayan kimse yoktur. Montgomery, Prendick’i yanında mecburen adaya götürmek zorunda kalır. Montgomery bu adada Doktor Moreau’nun deneylerine yardımcı olmaktadır. Doktor Moreau ise bir zamanlar yaptığı deneyler nedeniyle dışlanmıştır ve bu adada kendi kendine bazı deneyler yapmaktadır. Bu deneyler önceki deneylerinden fazlasıyla farklıdır. Deneylerinde belli canlıların dokularını ve organlarını keserek başka bir canlıya yerleştirerek yeni baştan bir canlı yaratmaya çalışmaktadır. Bu yaratmaya çalıştığı hayvanların asıl amaçlarını ise kitabı okuduğunuz zaman bizzat öğrenebilirsiniz ki kitabın en büyük gizemi de bu.

Kitapta Tanrı-İnsan-Hayvan üçlüsü karşılıyor. Hayvan Halkı adı verilen bir topluluğun başına insanlar tarafından oluşturulmuş bir Tanrı yerleştiriliyor. Bir halkın kimlerden oluştuğunu ilerleyen sayfalarda yazar bize sunuyor. Bu halkta yaşayanların düşünme yetisi yok ve bazı ezberlenmesi istenilen öğretileri ezberlemişler ve sadece ona uygun bir yaşam sürdürüyorlar. Bu günümüzde dini sorgulamadan körü körüne başkalarından duyduğu kadarıyla yetinen insanlarla benzer bir özellik aslında. Beli de yazar burada bu konuda bir eleştiri yapmıştır. Bu Hayvan Halkı adı verilen topluluğa Doktor Moreau bazı yasalar koymuştur. Bu yasalar ve Tanrı figürünün alt metninde Doktor Tanrı ve yarattığı birçok o canlı ise onun halkını temsil eder. Koyduğu yasalar da dini öğretiler olarak düşünülebilir. Bu yasalardaki öğretiler ise bazı yasaklardan ve bunların cezaları olduğundan bahseder.

"Dört ayak üstünde yürümeyeceksin; Yasa böyle buyurur. Biz İnsan değil miyiz?"

"Suyu dilinle içine çekerek İçmeyeceksin; Yasa böyle buyurur. Biz İnsan değil miyiz?"     

"Et de Balık da yemeyeceksin; Yasa böyle buyurur. Biz İnsan değil miyiz?"

 "Ağaçların Kabuklarına pençe atmayacaksın; Yasa böyle buyurur. Biz İnsan değil miyiz?"

"Başka İnsanları kovalamayacaksın; Yasa böyle buyurur. Biz İnsan değil miyiz?"

Kitapta bilim uğruna hayvanlar üzerine deneyler yapılmaktadır. Bu deneyler geçmişten günümüze sürüp gelmiştir ve devamını da korumaktadır. Deneyler için insanlar üzerinde deney yapılmasına her ne kadar karşı olsak da hayvanlar için de geçerlidir. Ben bir hayvana zarar vermeden deneyin yapılabileceğinin taraftarıyım. Bu biraz da biz insanların kendimizi koruduğumuz bir yöntem sanırım. Kitapta da hayvanlar üzerinde yapılan deneyler bilimin yanlış bir şekilde kullanılışına şahit oluruz. Kimi zaman onların o acı dolu çığlıklarına şahit oluruz. Öyle ki bazen gerçekten duyduğumuzu dahi hissederiz. Bu çığlıkları duyan Prendick aslında insanoğlunu temsil eder. Çığlıkları duyan ancak hiçbir şey yapmak için kılını bile kıpırdatmayan o insanı.

İnsanoğlu çevresindeki olaylara, değişimlere her zaman hükmetme peşindedir. İnsanları değiştirir, doğayı değiştirir, hayvanları değiştirir. Kısacası her şey onun elindeymiş gibi davranır. Her şeye hâkim olduğunu düşünür. Hayvan Halkı olarak nitelendirilen o topluluktaki canlılar her ne kadar değiştirilmiş olsalar da doğa üstün gelir. Değiştirilen canlılar bir süre sonra eski hallerine dönmeye başlarlar. İnsanın doğa ve hayvanlar üzerindeki hükmünün bir yıkılış sürecine şahit oluruz böylece.

Yazar her ne kadar bir bilim kurgu romanı yazmış olsa da bana kalırsa insanın iç yüzünü bize gayet açık ve gerçek bir biçimde göstermiştir. Bu yüzden iyi bir gözlemcidir de. Darwin’in evrim düşünceleri okurken aklınıza gelecek olan bu kitap bence bir bilim kurgu klasiği. Her ne kadar çok bilinmese de biz bloglar bu yazarın ve kitabın tanınmasında bir etkide bulunabiliriz ne dersiniz? Şunu da unutmadan ekleyeyim. Bu tip konulara meraklıysanız ‘’Orphan Black’’adlı diziyi de izlemenizi önerebilirim. Her ikisine de bir şans verin. Emin olun pişman olmayacaksanız. Kitapla kalın….

 

 

 

Share
Tweet
Pin
Share
5 Comments

 

Kitap: Pinokyo

Yazar: Carlo Collodi

Sayfa Sayısı: 197

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 


Merhaba, uzun bir süredir (bana bayağı uzun geldi nedense) buralarda yoktum. Gerek özel hayatımda gerek işle ilgili birçok şey yaşadım. Her yaşadığım şey ise bende birçok değişimlere neden oldu. Burada oturup bunları anlatmayacağım tabi ki de. Tabi isterseniz bunu ayrı bir yazı olarak da paylaşabilirim. Orası size kalmış yani. Hayat hızlı geçiyor diyebilirim kısaca. Bu koşuşturmalar arasında da kitap okumayı ve film izlemeyi de hep ihmal ettim. Ama kısa bir süre içerinde yeniden o eski formuma dönebilirim umarım. Bugün bir başka kitap hakkında konuşacağız. Hem çocuklar hem de büyükler tarafından sevilen ve mutlaka okunması gerektiğini düşündüğüm bir kitap: Pinokyo. Kitap hakkında konuşmaya başlamadan önce. Kısa bir şekilde konusuna değinelim.

Geppetto isminde bir marangoz vardır. Bu marangoz bir gün arkadaşı olan Antonio’dan kukla yapmak için bir odun parçası ister. Arkadaşının verdiği odun parçasından bir kukla yapar ve adını da Pinokyo koyar. Pinokyo tamamlandıktan sonra gülüp etrafta koşmaya başlar. Aşırı yaramaz ve enerjik bir kukladır. Geppetto ustanın hiç çocuğu yoktur. Pinokyo artık Geppetto ustanın oğlu olmuştur. Babasına her zaman uslu olacağına dair sözler verse de durmadan yaramazlık yapar ve başını belaya sokar. Bu yaramazlıkları ile başına türlü türlü olaylar gelir bu tek hayali gerçek bir çocuk olmak olan kuklaya.

Kitapta önceliklere hayvanlara bilgelik vasfı verilir. Pinokyo’ya yol gösteren ve onun davranışlarının şekillenmesinde daima onlar etkili olurlar. Ancak hiçbir zaman onları dinlemez ve kendi bildiğine okur hep. Burada aslında bize bir çocuğun davranışlarını yaparken birini dinlemeden kendi bildiğini yaptığı sezdirilir. Bu davranışı ile Pinokyo her zaman kendi bildiğine gider ancak yaşadığı şeyler de ona bir ders olur ve onun ileride yaşayacağı olaylarda ona yol gösterir. Yaşanan her şeyin insana bir şeyler kattığını buradan görebiliriz. Dediğim gibi yolculukları sırasında karşısına türlü hayvanlar çıkar. Bunlardan birisi de ateş böceğidir. Evden kaçan Pinokyo’ya ateş böceği eve dönmesi için türlü öğütlerde bulunur. Tabi Pinokyo onu dinler mi? Dinlemez.

‘’Ana babasına karşı gelen, huysuzluk yapıp baba evinden ayrılan çocukların vay başına geleceklere! Dünyada rahat yüzü görmeyecekler, acı acı da pişman olacaklardır er geç.’’ (s. 14)

Yazar kitabında kötüleri sık sık eleştirmiştir. Bunu da tilki ve kedi adı verilen iki dolandırıcı üzerinden yapmıştır. Ayrıca bu karakterler üzerinden de insanlara kötülük yapan kimselerinin sonunun nasıl olacağını da okuyucuya sunmuştur. Bunun dışında toplumda yer edinmiş bir meslek grubu olan doktorluğu da eleştirir. Pinokyo hasta olduğunda yanında üç tane doktor vardır ancak hiçbiri onu iyileştirmek için çabalamaz. Daha çok saçma bir şekilde konuşurlar ve diğerinin fikrine karşı çıkarlar.

‘’Kukla bütünüyle ölüdür, ama bir talihsizlik eseri ölü değilse, bu onun yaşadığını gösterir.’’

‘’Bana kalırsa, kukla sağdır. Ama bir talihsizlik eseri sağ değilse, bu onun gerçekten ölü olduğunu gösterir.’’

Kitapta çocuklar için uygun olmayan sahneler de var tabi ki. Bu yüzden eğer çocuklarınızın da bu kitabı okumasını istiyorsanız çocuklar için sadeleştirilmiş bir şekilde basan yayınlar da bulunmakta. Uygun olmayan sahne ise tilki ve kedinin Pinokyo’yu bir ağaca asma sahnesi. Ölüm ve yaşam arasındaki o ince çizgide Pinokyo’nun çırpınışı. Çocukların özellikle de küçük yaştaki bir çocuk için uygun kaçmaz. Buraya örnek bir kitap kapağı bırakıyorum. Buradan da okuyabilir çocuklar.


 

Kitapta çocukların özellikle dil gelişimlerine katkı sağlayan birçok ister atasözü deyin ister özlü söz vardı. Bu sözleri yeri gelince Pinokyo yeri gelince de çeşitli hayvanlar söylüyordu. Bu sözler Pinokyo bir olayı yaşamadan önce ve yaşadıktan sonra bize sunuluyordu. İşte bazıları:

·         Çalınmış para yaramaz insana.

·         Şeytanın unu hep kepek çıkar.

·         Komşunun ceketini çalan gömleksiz kalır.

           Görüldüğü gibi kitap em büyükler için hem de çocuklar için yazılmıştır adeta. Herkesin okuyup da kendine bir şeyler katacağı bir kitap. Ayrıca çocukların davranışlarının sonucunda neler olacağını birinci elden yaşantı olmadan da öğrenebileceği bir eser. Hazır yaz tatili de gelmişken çocuklarınızla birlikte okuma yapmaya ne dersiniz. Kitapla kalın sevgili okurlar…..

 

Share
Tweet
Pin
Share
10 Comments


Kitap: Boyalı Peçe 

Yazar: W. Somerset Maugham

Sayfa Sayısı: 240

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

 

Merhaba, bugün blogda kapağı ve ismi bende merak uyandıran bir kitapla sizlerleyim: Boyalı Peçe. Kitap İş Bankası Kültür Yayınları serisi adı altında yayınlanmış ve ben de geç olmadan okumak istedim. Nedense bu aralar bu serideki kitapları okuyasım var. Buralarda birkaç gündür yoktum. Hayatımda yolunda giden ve yolunda gitmeyen şeyler oldu. Ama her şeye rağmen kendimi iyi hissediyorum ve kendimi iyi hissettiğim ilk anda da burada buldum kendimi. Sözü çok uzatmadan sizi yazımla baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar.

Kitap başlarda gözünüze klasik bir aşk ve ihanet konusunu işliyor gibi gelebilir. Ancak sayfaları çevirdikçe yazarın karakterleri o kurgulayışı ve yaşadıklarına bakış açılarını gördükçe fikriniz değişmekte. Kitap 1920’lerde Londra’da başlayıp Hong Kong’da devam eden bir olaylar silsilesinden oluşuyor. Baş karakterlerimiz ise Kitty ve Walter. Ama bana kalırsa kitabın en önemli karakteri kesinlikle Kitty’nin annesidir. Zaten kitabı okuduğunuz zaman da fark edeceksiniz ki olayların en başından en sonuna kadar kadının er yerde etkisi var. Hayret etmemek elde değil. Kitty anne baskısıyla yetişmiş bir kadın ve Walter ile evlilikleri de aslında sırf bu baskıdan kurtulmak için. Yaşanılan dönemde kızlar erken yaşlarda evlenip kendilerine iyi bir makam sahibi eş buluyorlar. Bulamayanlar ise yaşı ilerledikçe önüne çıkan ilk talipla evleniyorlar. Aslında Walter Kitty için tek talip değil. Ancak Kitty’nin annesi hep en iyisinin peşinde. Bence burada kızının iyiliğini düşünmektense daha çok kendi için yapmakta bunu. Sonuçta kendine itibar sahibi bir damat bulunca kendinin de toplumda yeri değişecek ve kendisi de itibar sahibi bir kadın olacak. Tabi evdeki hesap çarşıya uymuyor. Dediğim gibi Kitty ve Walter arasındaki evlilik bir mecburiyet ama Kitty için. Çünkü Walter onu daha en başından itibaren sevmekte. İşte burada kopuyor her şey. Bir insan karşısındaki insanla sevmeyerek evlense ona karşı ne kadar sadık kalabilir ki? İşte Kitty de Walter’a karşı boş olan kalbini biriyle doldurma ihtiyacı içine giriyor ve tam da o zaman birisiyle karşılaşıyor. Her ikisinin de evli olması dışında bir sorun yok elbette. Devamını merak ediyorsanız kitabı okumanızı öneririm. Çünkü ben severek okudum ve beni etkiledi çoğu yönden de.

Kitap genel anlamıyla genç bir kadının kendini bulmaya çalışması ile ilgili. Kitty daha kitabın en başından sonuna kadar bir arayış içerisinde. Kendi kimliğinin peşinde. Doğumundan itibaren anne gözetimi altında büyümüş, sürekli denetlenmiş, hayatının hiçbir noktasına kendisi karar verememiş, babasına karşı ya da annesine karşı sevgisini rahatça gösterememiş bir kadın. Evleneceği adamı dahi seçmesine izin verilmezken o bir anlık hisleriyle kendisini büyük bir maceranın içerisinde bulur. Belki de ilk baş kaldırışı Walter ile evlenmesidir. Ama bu ilk baş kaldırıda bocalar ve bir boşluğa düşer. O boşluk anında da bir başkasına sığınır. Onun yaşadığı her an ve hissettiği her bir duygu onun kendini bulmasına bir adım daha yaklaştırır. Olduğu kişi ile yüzleşir. Kendine ve etrafında olup bitenlere daha objektif gözle bakmaya başlar. Artık ne istediğini bilen bir kadındır ve hayatının bundan sonrası için planlarını yaparken artık kendisi karar vermektedir.

Genel itibari ile kitabın diğer karakterleri çok geri planda kalmış bence. Mesela Walter’ın asla ne hissettiğini ve ne düşündüğünü asla anlayamıyoruz. Çünkü bununla ilgili en ufak bir iç konuşma dahi yok. Walter doğrudan dile getirirse o zaman aa böyle düşünüyormuş demek ki demekten kendimizi alamıyoruz. Ayrıca Kitty’nin babası, annesi ve kız kardeşi de geri planda kalan diğer karakterler. Özellikle baba figürüne kitabın sonuna kadar rastlamıyoruz. Bunun da en önemli nedeninin zaten adamın evde yokmuş gibi davranılması ile kendisini iyice soyutlamış olması yatıyor bence. Anne karakteri her ne kadar dediğim gibi ön planda olmasa da kitabın baştan sona kadar olan gidişatında en büyük etkiye sahip kişi bana kalırsa. Kitty’nin olduğu kişide büyük bir payı var. Aynı zamanda olmak istediği kişiyi doğurma aşamasında da büyük bir yere sahip. Bana kalırsa en büyük eksiklik bunlar. Diğer kişilerin de iç seslerini, ne düşündüklerini, neler hissettiklerini okumak isterdim. Böylesi biraz sönük kalmış.

Son olarak kitabın adının neden Boyalı Peçe olduğuna değinmek istiyorum. Kitap şöyle bir cümle ile başlıyor:

‘…. adına yaşam denen boyalı peçe.’’  

Bir şiirin dizesidir bu. Yazarı oldukça etkilemiş ve kitabına bu ismi vermek istemiştir. Kitapta Kitty ve Walter ’in birbirlerini daha tanımadan evlenmelerine atıf yapılır burada. Her ikisi de birbirlerini iyi tanımadan yani daha peçenin altındaki görmeden evlenişlerdir. Gerçek kimliklerinin üstüne örtülen o peçeye kanmışlar ve o peçede gördükleriyle evlenmişler. Benim sevdiğim ve soluksuz okuduğum kitaplardan biri oldu. Umarım sizler de okuduktan sonra seversiniz. Bitirmeden küçük bir tavsiye. Hem kitaptan okuduklarımla hem de kendi yaşadıklarımla. Karşınızdaki insanı tanımak için kendinize ve karşınızdaki insanın sizi tanıması için de ona zaman verin. Acele etmeden yavaş yavaş birbirinizi tanıyın ve en önemlisi kimse için kendinizden taviz vermeyin. Olduğunuz insanı sevin. Kendinizi sevin.

 

Kitaptan Alıntılar:

1.      Bana karşı sevgi ya da merhamet beslemiyorsan da en azından insanlığını kaybetmemiş olmalısın.

2.      İnsan işte, eğlencede, dünyada ya da bir manastırda değil; ancak ruhunda huzur bulabilir.

3.      Her şey çok kısa sürerken ve hiçbir şey çok önem taşımazken, insanların önemsiz nesnelere saçma anlamlar yükleyip, kendilerini ve etraflarındakileri üzmeleri acınası bir durumdu.

 

 

 

 

 

Share
Tweet
Pin
Share
1 Comments

 

      Yepyeni bir yazıyla hepinize yeniden merhaba. Mayıs ayında okuduklarımla karşınızdayım. Her ay birbirinden farklı türlerde kitaplar okumaya gayret ediyorum. Böylece kendimi geliştirdiğimi de hissediyorum. Ama şunu fark ettim ki bu ay hiç tiyatro türünde bir kitap okumamışım. O yüzden haziran ayı içerinde mutlaka bir tane okumayı düşünüyorum. Bu ay yeterince kitap okuyabildiğimi düşünüyorum. Ama sonraki aylar pek de mümkün olmayabilir. Belki bilmeyenler vardır. Ben eylül ayında atanacağım için artık yoğun bir döneme giriyorum. Yine de elimden geldiğince buralarda olmaya çalışacağım.

Merhaba Söğüt/Yavuz Bahadıroğlu

      Yavuz Bahadıroğlu’nun yazdığı bu kitap televizyon dizisi olarak da uyarlanan Diriliş Ertuğrul adlı dizinin kaynak kitabıdır. Kitapta Gündüz Alp ve Ertuğrul önderliğindeki Kayı Boyu’nun Moğol belasından yurtlarını bırakıp Anadolu’ya göç etmelerini anlatır. Göç ederken yaşadıkları sıkıntıları, anlaşmazlıkları ve nihayet de Söğüt ve Domaniç’i yurt edinmelerini anlatır. Ayrıntılı bilgiye aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://kitap28.blogspot.com/2021/05/merhaba-sogut-kitap-yorumu.html


Yüksek Ökçeler/Ömer Seyfettin

      Milli Edebiyat döneminin büyük yazarlarından biri olan Ömer Seyfettin birçok öykü yazmıştır. Bu kitapta da birbirinden farklı öykülerine yer verilmiştir. Kitaptaki öyküler genel olarak isimleri çok da duyulmayan öykülerdir. Bana kalırsa bu tip öyküleri okumak insana daha fazla zevk verir. Yazarın farklı bir yönüne şahit oluruz her farklı öyküsünde. Döneme karşı eleştirilerini, düşüncelerini okuruz. Daha ayrıntılı bilgi almak isterseniz aşıya link bırakıyorum.

https://kitap28.blogspot.com/2021/05/omer-seyfettin-yuksek-okceler.html


 Son Kuşlar/Sait Faik Abasıyanık

      İçerisinde birbirinden farklı hayat dersi bulabileceğiniz ve sizi her defasında farklı yerlere götüren on dokuz adet öykü bulunuyor. Bu öyküleri okurken ise olaydan ziyade daima durumlar daha yoğun. Zaten Sait Faik de durum öyküsü denilince akla gelen ilk isim. Hikayeler çoğunlukla Adalar’da geçiyor. Özellikle de Burgaz Ada’da. Çocukluğu ve ileriki yıllarda buralarda yaşamasından dolayı etkilenmiş olsa gerek bu bölgeden. Kitaptaki anlatıcı kişi yazarın kendisidir. Bu yönüyle önceki yazdığı kitapların ayrılır.

https://kitap28.blogspot.com/2021/05/sait-faik-abasyank-son-kuslar.html

Uzak/Oruç Aruoba

      Oruç Aruoba’nın okuduğum ilk kitabı Uzak. İçerisinde önceden ayrı ayrı cilt halinde olan daha sonra birleştirilmiş iki bölüm bulunuyor. Bunlar: Tavşan Besleyene Kılavuz ve Özlem Çekene Kılavuz. Kitap alışılagelmiş bir dilde yazılmamış. Yer yer anlamakta güçlük çekip tekrar tekrar başa dönebiliyorsunuz. Ayrıca felsefe içerisinde sıkça bulunmakta. Okurken aynı zamanda da bazı konularda aydınlandığınızı hissediyorsunuz.




De Ki İşte/Oruç Aruoba

     Oruç Aruoba’nın okuduğum ikinci. İlk defa internette bir şiirine rastlamıştım. O zamandan merak sardım Oruç Aruoba’ya. Okuduğum ikinci kitabı bu. Şunu söylemem gerekir ki gerçekten üzerine uzun zaman boyunca düşüneceğiniz ve ufkunuzu genişletecek felsefik düşünceler yer alıyor kitaplarında. Ve eklemem gerekirse herkesin okuyup da anlayabileceği bir kitap değil bana göre. Bazen bir cümleyi hatta tek bir kelimeyi dahi tekrar tekrar okumanız gerekiyor anlam kurabilmeniz. Anlatmak istediklerini de şiirsel bir düzen içerinde anlattığı için de bunun etkisi fazla yüksek ihtimalle. Şöyle düşünebiliriz hani mensur şiir vardır ya ona benziyor aslında. Ama daha modern ve düşünce ağırlıklı hali.

https://kitap28.blogspot.com/2021/05/yasam-olum-ve-felsefe-uzerine-de-ki-iste.html


Puslu Kıtalar Atlası/İhsan Oktay Anar

      Romanın merkezinde gerçek dünyada maceralar yaşayabilecek kadar cesur olmayan, içtiği yeşil şurubu ile uzun rüyalar gören ve bunları atlas adını verdiği ilerde de adının Puslu Kıtalar Atlası olduğunu öğrendiğimiz kitaba yazan Uzun İhsan Efendi ile oğlu Bünyamin’in yaşadıkları yer alır. Bu iki karakter üzerinde gerçekleşen olaylar derinleştikçe neyin gerçek neyin hayal olduğunu kestirmek zorlaşır git gide. Ayrıca kitapta Arap İhsan, Kubelik, Hınzıryedi, Büyük Efendi gibi yan karakterler vardır ki bu karakterler iki merkez karakteri desteklemek için oluşturulmuştur adeta.

https://kitap28.blogspot.com/2021/05/dusuncelerin-evreni-puslu-ktalar-atlas.html


Karısını Şapka Sanan Adam/Oliver Sacks

      Karısını Şapka Sanan Adam isimli kitap nörolojist Oliver Sacks’ın ona gelen bazı danışanlarını anlattığı bir yaşantı kitabıdır. İçerisinde birbirinden farkı 24 vakadan bahseder. Bu vakalar arasında da çeşitli doktorların kendinden önce ya da kendinden sonra yayınladığı vaka ile ilgili farklı vakalara da yer vererek sık sık atıflarda bulunur. Kitabın dili genel itibari ile tıp terimleri ile doludur. Bir nörolog bu kitabı okuduğunda tamamen anlayabilir. Ancak normal bir insanın seviyesinin üzerinde bir kitap. Buna rağmen okununca da tamamen anlanmayacak bir kitap da değil. Okurken her vaka sizi derinden etkileyebiliyor. Bu halimize şükretmek ile ilgili değil. Daha çok nörolojik sıkıntıları olan insanların evrenine adım attığınız için şaşırıyorsunuz ve bu yüzden etkileniyorsunuz. Daha ayrıntılı bilgi için aşağıdaki linkten bloğumdaki yazıyı okuyabilirsiniz.


https://kitap28.blogspot.com/2021/05/oliver-sacks-karsn-sapka-sanan-adam.html


Kitaplardan Korkan Çocuk/Susanna Tamaro

      Leopoldo 8 yaşında üçüncü sınıf öğrencisidir.  Koşmayı çok sever. Koşmaya her ne kadar vakti olmasa da farklı yerlerde koşmak istemektedir. Zaten kitabın başında da doğum gününde ailesinin ona spor ayakkabısı alacağını düşünerek heyecanlanır. Böylece istediği gibi koşabilecektir. Ailesi ise diğer ailelerden farklıdır. Çocuğunun isteklerini dikkate almazlar. Tüm gün evde kitap okurlar.

https://kitap28.blogspot.com/2021/05/kitaplardan-korkan-cocuk.html
Share
Tweet
Pin
Share
1 Comments
Newer Posts
Older Posts

İzleyiciler

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Hakkımda

Merhaba! Bloğuma hoş geldiniz ben Gizem. Türkçe Öğretmeniyim. Bu blogda izlediğim animelerin, dizilerin, filmlerin ve okuduğum kitap ve dergilerin incelemelerini paylaşacağım. Şimdiden keyifli okumalar.

Kategoriler

  • Anime (2)
  • Blogger Kitap Kulübü (1)
  • Blogları Canlandırma Projesi (5)
  • Film İncelemesi (6)
  • Kitap İncelemesi (25)
  • Okuduklarım (7)
  • Çocuk Kitapları (7)
  • Öykü (3)

Blog Arşivi

  • Temmuz 2023 (1)
  • Ocak 2023 (2)
  • Aralık 2022 (1)
  • Ekim 2022 (1)
  • Eylül 2022 (1)
  • Ağustos 2022 (4)
  • Temmuz 2022 (1)
  • Eylül 2021 (1)
  • Ağustos 2021 (6)
  • Temmuz 2021 (7)
  • Haziran 2021 (5)
  • Mayıs 2021 (11)
  • Nisan 2021 (7)
  • Mart 2021 (6)

Created with by ThemeXpose