1. Bölüm
Önceki akşamki içki aleminde içkiyi biraz
fazla kaçırmıştım sanırım. Başım fena halde çatlıyor, gözlerimi bir
saniyeliğine bile açamayacak kadar uykulu hissediyordum kendimi. Bu yüzden gece
dışarıya çıkıp orda burada gezmek yerine, birkaç lokma bir şeyler atıştırıp
hemen uykuya dalmayı düşünüyordum.
Kars gravyerine bayılırım. Bir
oturuşta yarım kilodan fazla yenmesini pek tavsiye etmiyorlar ama gel de
kendine söz geçir. Kimi zaman bire de hiç karşı çıkmıyorum. Bazen ikiyi, hatta
üçü bile yemeye kalkışmadım değil. Karım ise daha fazla olduğunu düşünüyor hep.
Soyut olarak böyle gözükse de somut olarak pek de mümkün değil. Öyle sade sade
yemek olmak olmaz. Yanında mutlaka kırmızı şarapla içeceksin.
Böylesine
sade bir yemeği bitirdikten sonra, pijamamı giyindim, ertesine gün öğleye kadar
uyuma düşüncesiyle başımı kuş tüyü yastığa koydum ve derhal derin bir uykuya
daldım.
Ama
insanın bu tür istekleri ne zaman gerçekleşmiştir ki? Evin ahşap kapısının tokmağının
sabırsızlıkla vurulması yüzünden uykumdan sıçrayarak uyandım. Kimdi bu saatte
gelen? Ne istiyordu? Az daha yavaş vuramaz mıydı şu kapıyı? Ben daha gözlerimi
açmaya çalışırken karım elinde bir notla yanıma geldi. Not eski dostum Alp’ten
geliyordu. Demek ki az önce kapıyı öylesine hızlı vuran oydu. Notu karımdan
alıp okumaya başladım. Üzerinde şunlar yazılıydı:
Eski dostum bu notu alınca hemen yanıma
gelmeni istiyorum. Hani sana hep bir mumyadan bahsederdim. İşte o mumyayı
sonunda inceleyebileceğiz. Ne muhteşem bir şey değil mi? Üstelik sargıları bile
açılmamış. Tertemiz bizi bekliyor. Senin de bu muhteşem olayı kaçırmak
istemeyeceğini düşündüğüm için bu notu bırakıyorum sana. Bu gece saat birde
bana gel. Eski dostun ALP.
İlk başlarda
pek ilgimi çekmedi bu olay. Ama notu tekrar tekrar okudukça ne kadar muhteşem
bir olaya şahitlik edeceğim kafama dank etti birden. Böyle bir olayı kim bilir
bir daha ne zaman görecektim. Belki ki hiç göremeyecektim. Hemen yatağımdan
fırladım. Dolabımda ne bulduysam üzerime geçirdim. Kimse mumya varken benim
üzerimdekilere dikkat etmezdi zaten. Karıma geç gelebileceğimi ve beni
beklemeyip uyumasını söyledikten sonra Alp’in evine gitmek için hızla yola
koyuldum.
Oraya
ulaştığımda benden başka dört kişi beni bekliyordu. Ne zannetmiştim ki sadece
bana mı söyleyeceğini. Mumyanın içinde bulunduğu tabutu büyük bir yemek
masasının üzerine koymuşlardı. Nerden bulmuşlardı acaba böyle bir masayı?
Anladığım kadarıyla beni bekliyorlarmış. Benim de geldiğimi görünce mumyanın
tepesine leş kargaları gibi üşüştüler hemen.
Bu
mumya, Yukarı Nil kesiminde bulunan, M.Ö. 3500 yılına ait, henüz hiçbir insan
elinin dahi değmediği Mısır’ın ücra bir köşesindeki küçük bir piramitten
çıkarılmıştı. Henüz bulunduğu yerden çıkarılması ise daha birkaç yıl öncesine
dayanıyordu. Bu küçük piramit bulunan diğer piramitler kadar ilgi çekici olmasa
da içinde incelenecek bir sürü hazine taşıyordu. Bizim mumyanın bulunduğu kurgan
ise söylenenlere göre piramitin diğer odalarına göre daha sadeymiş. Acaba bunu
ölen kişi kendisi mi istemişti? Yoksa işlediği bir günahtan dolayı mı böyle
yapılmıştı?
Bu
M.Ö. 3500 yılına ait olan mumya, ünlü arkeolog Mesut Aktaç’ ın bulduğu konumda
bırakılmıştı. Yani mumyanın lahitinin kapağına bile el sürülmemişti. O kadar
yıl boyunca müzeyi ziyarete gelen insanlar sadece bu lahiti görmüş ama
içindekini de hep merak etmişti. Bu aslında bizim işimize geliyordu. Sonuçta
elimizde henüz sırları çözülmemiş ve yağmalanmamış bir mumya duruyordu ki bu
çok rastlanan bir durum değildi. Gerçekten heyecan verici bir olaydı.
Masaya
yaklaştığım an, lahitin ne kadar da büyük olduğunu fark ettim. Sanırım boyu 2.5
metre, eni ise 1.5. metreydi. Lahit demek de pek doğru değil aslında.
Dikdörtgen bir kutuya benziyor sadece.
Kapağı açmak için yeltendiğimizde ne kadar
da ağır olduğunu fark ettik. Beş kişi tüm gücümüzü kullanarak ittirmeye
başladık. Zor da olsa kapağı açmayı başarabildik. Lahitin kapağını
ittirdiğimizde içerisinde çeşitli resimler ve yazılar olduğunu fark ettik.
Aramızda bunu okuyabilecek kimse var mıydı acaba? Sonuçta Alp hariç hepsi
hayatında ilk defa gördüğü insanlardı. Ben böyle düşünmeye devam ederken o
sırada içimizden biri öne atıldı ve yavaşça okumaya başladı. Adamın iyi bildiği
bir dildi anlaşılan. Adam okumayı bitirip bize bu yazıların Zuluca adlı bir
dile ait olduğunu ve neler yazdığını açıkladı. Yazılarda bu lahitin içinde
yatan kişinin çok büyük bir günah işlediği ve cezalandırmak amacıyla onu diri
diri mumyaladıkları yazıyordu.
Hepimiz tedirgin olmuştuk ama yine de merakımıza
yenik düşüp incelemeye devam ettik. İç içe birkaç kutudan oluşuyordu lahitin
geri kalanı. İlk iki kutunun arasında az bir boşluk bulunuyordu ve bu boşluğu
reçine ile doldurmuşlardı. Bu ikisini açtıktan sonra karşılarına bir üçüncü
çıktı. Bu iki sandık ise birbirinin içine tam uyum sağlamıştı. Aralarında hiç
boşluk yoktu.
Son sandığı açtığımızda karşımıza alçıyla
kaplanmış bir mumya çıktı. Alçının üzerinde yine çeşitli türlerde yazılar ve
resimler vardı. Sanırım ölen kişinin hangi günahı işlediğini anlatan resimlerdi
bunlar.
Mumyanın boynunu hafif bir şekilde
sıyırdığımızda boynunda birçok değerli taşlardan yapılmış büyük bir gerdanlıkla
karşılaştık. Aramızdan birisi bu kolyeyi mumyanın boynundan çıkarmaya çalıştı. Ama
onu hemen engelledik. Çünkü lahitin üzerinde yazanlara kulak asmalıydık. Büyük
bir günah işlemişti. Lanetli olabilirdi. Bu riski alamazdık.
Alçıyı soyup mumyanın üzerinden
çıkardığımızda etin çok iyi bir şekilde korunduğunu gördük. Ama dikkatle
incelediğimizde vücudunda hiçbir kesik izine rastlamadık. Sanırım canlı canlı
mumyalandığı için olmalıydı. Aramızdaki herkes deneyimli kimselerdi ama kimse
daha önce böyle bir olayla karşılaşmamıştı. Saat de epey geç olmuştu zaten. Bu
konu hakkında yarın düşünürdük. Şimdi hepimiz evine gitse daha iyiydi.
Tam oradan ayrılmak üzereydik ki adının
Alper olduğunu öğrendiğim birisi volta pili yardımıyla mumyanın içinin nasıl
göründüğünü merak ettiğini söyledi. Beş altı bin yıllık mumyaya elektrik
verecektik. Şaka gibiydi. İçlerinde sadece bu fikri ben mi saçma bulmuştum
acaba sadece. Belki de ben bu konu hakkında yeterince bilgi sahibi değildim.
Çünkü ekibin geri kalan üyeleri bunun çok mantıklı olduğunu düşündüler. Birisi
doktorun çalışma odasına gidip birkaç tane pil getirdi. Birkaç defa denedikten
sonra başardık ama aniden elektrikler gitti. Sigorta mı atmıştı acaba? Birisi
eline küçük bir el feneri alarak bakmak için gitti. Kısa bir süre sonra
elektirler geldi. Gerçekten de sigorta atmıştı. Etrafta bir eksiklik vardı
sanki. Etrafı incelediğimizde mumyanın boynundaki o büyük gerdanlığın orada
olmadığını fark ettik. Herkes birbirine bakıp kimin aldığını soruyordu. Ama
dediklerine göre kimse almamıştı. İşte o zaman anladım bu işin sonunun hiç de
iyi bir yere varmayacağını.