Kalbim büyük bir mezarlık. Bu mezarlıktaki mezarlar kendi yaşamlarına son vermiş insanlarla dolu ama kalbimde. Her biri için özenle hazırlanmış ayrı bir yer var. Her ne kadar ölmüş olsalar bile kalbim onların yerlerini koruyarak onlara karşı hala cömert. Onları saklıyor. Bir gün geri gelirler ve yeniden hayat bulurlar diye.
Tekrar tekrar dirilip tekrar tekrar ölenler. Defalarca şans verdiğimiz ama defalarca da yüz üstü bırakıp gidenler. İşte bunlar en acımasız ve en beterleri. Daha çok acı, daha çok ümit, daha çok yaşanmışlık bırakıyorlar her defasında. Her geldiğinde de giderken bir parçamızı götürüyorlar yanlarında. Öyle acımasız öyle umursamadan. Öylece. Eski Türk geleneklerinde insanlar ölümden sonraki yaşama inandıkları için mezarlarına gömülürlerken yanlarında değerli eşyalarıyla gömülürlermiş. Dirildikleri zaman yeniden onlara kavuşabilmek için. İşte kalbimdeki her mezarlık sahibi giderken götürdüğü o kendince küçücük parçayla yeniden dirilme şansı buluyor kendine. Üstelik bu şansı onlara ben veriyorum. Öylece. Sorgulamaksızın.
Birine her şans verdiğimizde eksiliyoruz. Yok oluyoruz. Parçalanıyoruz. Vücudumuzun her bir yerine farklı farklı yaralar alıyoruz. Yara bere içinde kalıyoruz. Ama uslanmıyoruz. Aynı hatayı tekrar tekrar yapmaktan geri durmuyoruz. Belki bu defa farklıdır düşüncesiyle hareket edip belkilerin arkasına sığınıyoruz. Sığındıkça fark ediyoruz ki eksilmeye devam ediyoruz. Sonra tekrar şans. Tekrar yarı yol. Tekrar eksiliş. Bu böyle devam ediyor. Aynı şeyleri yaşamak belki de bize zevk veriyor. Hoşumuza gidiyor acı çekmek, başkalarının bize acı çektirmesine izin vermek ve o acı içinde kıvranmak. Devam ettiriyoruz döngümüzü. Ta ki biz de bir gün bitip karşımızdaki o kişilerin kalbinde bir mezara sahip olana kadar.