Düşmanlıklar Ortasında Bir Aşk Hikayesi: Romeo ve Juliet
Merhaba
kitapsever dostlarım. Bugün yeni bir kitapla daha sizlerleyim. Bugünkü
kitabımız büyük bir şaheser olarak nitelendirdiğim William Shakespeare’in Romeo
ve Juliet adlı tiyatro eseri. Hemen hemen hepimizin bir yerlerken duyduğu bir
aşk öyküsünü anlatıyor kitap. Hikâye karakterleri aslında İngiliz şair Arthur
Brooke’in 1562 yılında yayımlanan Romeus ve Juliet’in Trajik Öyküsü adlı uzun
şiire dayanır. Shakespeare öyküyü birçok karakterle desteklemiş ve birçok olaylar
silsilesi eklemiştir. Dolayısıyla eser iki insanın kaleminden geçerek bize
ulaşmıştır. Eserin bir aşk hikayesini işlemesi ve karakterlerin iki düşman
aileden seçilmesi ve eserin sona erişi bize Leyla ile Mecnun adlı halk hikayesini
hatırlatır. Karakterlerin birbirine düşman olan iki aileden olması,
birbirlerine kavuşmak zorlu yollardan geçmeleri ve sonunda her ne kadar
kavuşsalar da ölümün onları bulması ortak özelliklerden sadece birkaçıdır. Her
ikisi de 16. yy.da yazılmış olup biri Doğu’da diğeri de Batı’da efsaneleşmiş
bir aşk hikayesidir.
Eserin
konusundan burada bahsetmeyeceğim. Çoğumuz ya biliyoruz ya da okumak isteyip de
vakti olmuyor. Okumayanlar için de böylece okuyabilecekleri bir yazı olmuş
olur. Bu yüzden bende etki bırakan yönlerden ve eleştirdiğim bazı noktalardan
bahsedeceğim sizlere.
Kitabın
geçtiği dönemlerde kadınların evlenme yaşı oldukça düşük. Ki Juliet olaylar
yaşandığı zamanlar daha on dördüne dahi basmamıştır. Ancak kitapta bu yaştan
daha önce evlenen insanların olduğundan da bahseder. Hatta ondan daha genç
olanların mutlu anneler olduklarından bahsedilir. Ki Juliet’in annesi de Juliet’i
doğurduğu zaman on dördündedir. Bir çocuğun (çocuğun demek istiyorum ki hala
bir çocuk oluyorlar o yaşta) daha o yaşta daha hayatı öğrenmeden, o çocukluk
çağının güzellikleri yaşamadan böylesine bir sorumluluk altına sokulması ne
kadar doğru? Bu günümüzde yer alan çocuk gelinle aynı mantıkta. Tek farkıysa o
yıllarda bu tip erkek yaşta evliliklerin normal karşılanması. Hem böyle erken
yaşta evlilik desteklenir hem de Juliet’in babası erken evlenenin tez
bozulacağını söyler. Burası da ayrı bir çelişki.
Ayrıca
kız evladın evlilik konusunda fikirlerini söyleme hakkı yoktur. Sadece
formalite icabı sorulur. Eğer olumsuz bir yanıt alınırsa da en olmadık
hakaretlere hatta evden kovulmalara dahi yol açar. Bunu da en iyi Juliet’in
babasına en ufak bir baş kaldırışında görmek mümkün.
Tam
talihi ona gülmüşken, tuttursun geçip karşıma:
"Evlenmem,
sevemem ben, daha çok gencim,
Beni
bağışlayın, yalvarırım," diye.
Bana
bak, evlenmezsen eğer, öyle bir bağışlarım ki seni,
O
zaman canının istediği yerde otla, kalamazsın evimde.
Düşün
taşın; şakam yoktur benim.
Perşembe
yakın, elini vicdanına koy düşün;
Kızımsan,
dostuma vereceğim seni,
Değilsen
eğer, çekil git, dilen, aç kal, geber sokaklarda;
Bak
sana söylüyorum, seni asla tanımam,
Benim
olan şeylerden de hiç yararlanamazsın.
Bilesin
bunları: İyi düşün. Ben tükürdüğümü yalamam.
Kadınlar
kendi evlenmek istediği insanı seçemez ama erkekler seçebilir. Burada bir
eşitsizlik hüküm sürüyor. Juliet ise bu eşitsizliğe karşı çıkarak bir ilk gerçekleştiriyor
ve sevdiği adamla evleniyor. Bir yandan güçlü bir yandansa tamamen güçsüz. Kadın
karakterinin kitapta tam olarak güçlü olduğu bir nokta göremiyoruz. Hatta
dediğimiz gibi Juliet’in o baş kaldırışı nedeniyle de toplum içinde yok
edilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla kadın olmak her dönemde zor. Ne o zaman
kolaydı ne de şimdi. Değişen tek şey yıllar.
Anne
ve kız arasındaki ilişki de fazlasıyla resmi ve soğuk. Sanki bir yabancı
gibiymişçesine. Bunun en büyük etkeninin de daha çocukların doğar doğmaz dadıya
verilmesinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü kitabı okudukça anne ve kız diyaloğunu
hiç göremiyoruz neredeyse. Olan da zaten gayet resmi. Daha Juliet ve dadısı
arasındaki ilişki öne çıkıyor. En gizli sırlarını, hislerini, düşüncelerini
onunla paylaşıyor. Bir anne kız arasındaki ilişkiyi görüyoruz adeta ikisinde.
Ama bu ikisi arasındaki bu ilişkinin de belli sınırları var tabi ki. Çıkarlar
işin içine girdiğinde insanın gözü döner. En sevdiği insana dahi ihanet eder. Dadı
da bir yere kadar yanında olur. Sonuçta o da o evde bir çalışandır ve en ufak
bir itaatsizlikte o da kendini kapı dışında bulacaktır.
Biraz
da Romeo’dan bahsedecek olursak bana göre kendisi dış görünüşe önem veren bir
şıpsevdi. Daha kitabın en başlarında bir kadına aşıkken bir baloda Juliet’i
görür ve anında vurulur. Önceki sevdiğini anında unutur. Juliet’in güzelliğinin
etkisidir bu. Bir kadının güzelliği bir başka kadının güzelliği bastırır ve bir
erkek için bu bir kriter olur birden.
Parıldamayı
öğretiyor bütün meşalelere
Bir
Habeşin kulağındaki pırlanta gibi,
Asılmış
gecenin yanağıma sanki;
El
sürülmeyecek kadar güzel,
Dünyaya
fazla gelen değerli bir taş bu,
Akranlarımdan
çok değişik ve başka,
Ak
bir güvercin kargalar arasında:
Durduğu
yeri kaçırmayayım dans bitince,
Şu
kaba elim kutsansın onunkine değince.
Gönlüm
hiç sevdi mi bugüne dek?
Sevdiyse,
yalanlayın göz1erim. Görme9im çünkü
Bu
geceye dek gerçek güzelliği.
Kitapta
bahsetmek istediğim son noktaysa iki düşman ailenin kitabın sonunda
barışmalarıdır. Onların barışmalarına vesile olan şeyse kendi evlatlarını bu
düşmanlığa kurban etmiş olmalarıdır. Sadece evlatları olsa iyi. Birçok insanı
feda ederler düşmanlıkları için. Bence bu biraz bencilce. Kendileri uğruna
birçok insanı feda edip sonra pişman olmak. Evet belki sonuç güzel ama o yolda
yaşanan onca şeyi de görmezden gelmemek lazım bence.
Bu
kitapta daha konuşulacak o kadar çok şey var ki. Ben sadece burada bazı
noktalara değinebildim. Eminim siz de
okuduğunuzda bana hak vereceksinizdir. Yazıma burada son veriyorum. Bloğuma
destekleriniz benim için gerçekten çok önemli. Her yorumda kendimi biraz daha
motive olmuş bularak yazıyorum. Bu yüzden destekleriniz için gerçekten teşekkürler.
Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle….
1 Comments
filmini de izleeee, nefis yaa, baz luhrmann, yönetmeni :)
YanıtlaSil