Düşmanlıklar Ortasında Bir Aşk Hikayesi: Romeo ve Juliet

by - Nisan 27, 2021


Merhaba kitapsever dostlarım. Bugün yeni bir kitapla daha sizlerleyim. Bugünkü kitabımız büyük bir şaheser olarak nitelendirdiğim William Shakespeare’in Romeo ve Juliet adlı tiyatro eseri. Hemen hemen hepimizin bir yerlerken duyduğu bir aşk öyküsünü anlatıyor kitap. Hikâye karakterleri aslında İngiliz şair Arthur Brooke’in 1562 yılında yayımlanan Romeus ve Juliet’in Trajik Öyküsü adlı uzun şiire dayanır. Shakespeare öyküyü birçok karakterle desteklemiş ve birçok olaylar silsilesi eklemiştir. Dolayısıyla eser iki insanın kaleminden geçerek bize ulaşmıştır. Eserin bir aşk hikayesini işlemesi ve karakterlerin iki düşman aileden seçilmesi ve eserin sona erişi bize Leyla ile Mecnun adlı halk hikayesini hatırlatır. Karakterlerin birbirine düşman olan iki aileden olması, birbirlerine kavuşmak zorlu yollardan geçmeleri ve sonunda her ne kadar kavuşsalar da ölümün onları bulması ortak özelliklerden sadece birkaçıdır. Her ikisi de 16. yy.da yazılmış olup biri Doğu’da diğeri de Batı’da efsaneleşmiş bir aşk hikayesidir.   

Eserin konusundan burada bahsetmeyeceğim. Çoğumuz ya biliyoruz ya da okumak isteyip de vakti olmuyor. Okumayanlar için de böylece okuyabilecekleri bir yazı olmuş olur. Bu yüzden bende etki bırakan yönlerden ve eleştirdiğim bazı noktalardan bahsedeceğim sizlere.

Kitabın geçtiği dönemlerde kadınların evlenme yaşı oldukça düşük. Ki Juliet olaylar yaşandığı zamanlar daha on dördüne dahi basmamıştır. Ancak kitapta bu yaştan daha önce evlenen insanların olduğundan da bahseder. Hatta ondan daha genç olanların mutlu anneler olduklarından bahsedilir. Ki Juliet’in annesi de Juliet’i doğurduğu zaman on dördündedir. Bir çocuğun (çocuğun demek istiyorum ki hala bir çocuk oluyorlar o yaşta) daha o yaşta daha hayatı öğrenmeden, o çocukluk çağının güzellikleri yaşamadan böylesine bir sorumluluk altına sokulması ne kadar doğru? Bu günümüzde yer alan çocuk gelinle aynı mantıkta. Tek farkıysa o yıllarda bu tip erkek yaşta evliliklerin normal karşılanması. Hem böyle erken yaşta evlilik desteklenir hem de Juliet’in babası erken evlenenin tez bozulacağını söyler. Burası da ayrı bir çelişki.

Ayrıca kız evladın evlilik konusunda fikirlerini söyleme hakkı yoktur. Sadece formalite icabı sorulur. Eğer olumsuz bir yanıt alınırsa da en olmadık hakaretlere hatta evden kovulmalara dahi yol açar. Bunu da en iyi Juliet’in babasına en ufak bir baş kaldırışında görmek mümkün.

Tam talihi ona gülmüşken, tuttursun geçip karşıma:

"Evlenmem, sevemem ben, daha çok gencim,

Beni bağışlayın, yalvarırım," diye.

Bana bak, evlenmezsen eğer, öyle bir bağışlarım ki seni,

O zaman canının istediği yerde otla, kalamazsın evimde.

Düşün taşın; şakam yoktur benim.

Perşembe yakın, elini vicdanına koy düşün;

Kızımsan, dostuma vereceğim seni,

Değilsen eğer, çekil git, dilen, aç kal, geber sokaklarda;

Bak sana söylüyorum, seni asla tanımam,

Benim olan şeylerden de hiç yararlanamazsın.

Bilesin bunları: İyi düşün. Ben tükürdüğümü yalamam.

Kadınlar kendi evlenmek istediği insanı seçemez ama erkekler seçebilir. Burada bir eşitsizlik hüküm sürüyor. Juliet ise bu eşitsizliğe karşı çıkarak bir ilk gerçekleştiriyor ve sevdiği adamla evleniyor. Bir yandan güçlü bir yandansa tamamen güçsüz. Kadın karakterinin kitapta tam olarak güçlü olduğu bir nokta göremiyoruz. Hatta dediğimiz gibi Juliet’in o baş kaldırışı nedeniyle de toplum içinde yok edilmeye çalışılıyor. Dolayısıyla kadın olmak her dönemde zor. Ne o zaman kolaydı ne de şimdi. Değişen tek şey yıllar.

Anne ve kız arasındaki ilişki de fazlasıyla resmi ve soğuk. Sanki bir yabancı gibiymişçesine. Bunun en büyük etkeninin de daha çocukların doğar doğmaz dadıya verilmesinde olduğunu düşünüyorum. Çünkü kitabı okudukça anne ve kız diyaloğunu hiç göremiyoruz neredeyse. Olan da zaten gayet resmi. Daha Juliet ve dadısı arasındaki ilişki öne çıkıyor. En gizli sırlarını, hislerini, düşüncelerini onunla paylaşıyor. Bir anne kız arasındaki ilişkiyi görüyoruz adeta ikisinde. Ama bu ikisi arasındaki bu ilişkinin de belli sınırları var tabi ki. Çıkarlar işin içine girdiğinde insanın gözü döner. En sevdiği insana dahi ihanet eder. Dadı da bir yere kadar yanında olur. Sonuçta o da o evde bir çalışandır ve en ufak bir itaatsizlikte o da kendini kapı dışında bulacaktır.

Biraz da Romeo’dan bahsedecek olursak bana göre kendisi dış görünüşe önem veren bir şıpsevdi. Daha kitabın en başlarında bir kadına aşıkken bir baloda Juliet’i görür ve anında vurulur. Önceki sevdiğini anında unutur. Juliet’in güzelliğinin etkisidir bu. Bir kadının güzelliği bir başka kadının güzelliği bastırır ve bir erkek için bu bir kriter olur birden.

Parıldamayı öğretiyor bütün meşalelere

Bir Habeşin kulağındaki pırlanta gibi,

Asılmış gecenin yanağıma sanki;

El sürülmeyecek kadar güzel,

Dünyaya fazla gelen değerli bir taş bu,

Akranlarımdan çok değişik ve başka,

Ak bir güvercin kargalar arasında:

Durduğu yeri kaçırmayayım dans bitince,

Şu kaba elim kutsansın onunkine değince.

Gönlüm hiç sevdi mi bugüne dek?

Sevdiyse, yalanlayın göz1erim. Görme9im çünkü

Bu geceye dek gerçek güzelliği.

Kitapta bahsetmek istediğim son noktaysa iki düşman ailenin kitabın sonunda barışmalarıdır. Onların barışmalarına vesile olan şeyse kendi evlatlarını bu düşmanlığa kurban etmiş olmalarıdır. Sadece evlatları olsa iyi. Birçok insanı feda ederler düşmanlıkları için. Bence bu biraz bencilce. Kendileri uğruna birçok insanı feda edip sonra pişman olmak. Evet belki sonuç güzel ama o yolda yaşanan onca şeyi de görmezden gelmemek lazım bence.

Bu kitapta daha konuşulacak o kadar çok şey var ki. Ben sadece burada bazı noktalara değinebildim.  Eminim siz de okuduğunuzda bana hak vereceksinizdir. Yazıma burada son veriyorum. Bloğuma destekleriniz benim için gerçekten çok önemli. Her yorumda kendimi biraz daha motive olmuş bularak yazıyorum. Bu yüzden destekleriniz için gerçekten teşekkürler. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle….

 

 

You May Also Like

1 Comments