Ümitsizliğin Kitabı: Nietzsche Ağladığında

by - Mart 17, 2021

 


       Hepimizin hayatını merak ettiğimiz ünlü yazarlar, şairler, düşünürler, filozoflar vb. vardır. Hayatlarını çeşitli sitelerden araştırır ya da onların biyografilerinin yer aldığı kitaplar okuruz. Çoğu zaman sıkıcıdır. Saf bilgi verir. Hayatlarını tek düze bir şekilde anlatır. Bir bakmışsın doğmuş bir bakmışsın ölmüştür. Bu yüzden biyografi ve kurgunun iç içe olduğu kitaplar daha ilgi çekici gelir bize. O hem bilimsel hem de magazinsel tadı almak isteriz okurken. Hem bize bilgi verirken hem de merakımızı diri tutmasını bekleriz. İşte bu yönü bolca bulabileceğiniz bir kitap Nietzsche Ağladığında. Kitapta yer alan karakterler ve olaylar her ne kadar gerçeklik taşısa da olayların arasına serpiştirilmiş olan o kurgusallık sizi rahatlıkla içine çekiyor.

Kitapta yer alan kişiler günlük hayatta adını sıkça duyduğumuz insanlar. Bunlardan ikisi Joseph Breuer ve Sigmund Freud. Breuer ve Freud 1880 yıllarda yaşamış iki dosttur. Hem Breuer hem de Freud her ikisi de psikanaliz ile uğraşmış bilim insanlarıdır. Tabi Freud o zamanlar daha genç ve daha çalışmalarıyla dünyaca tanınmış bir bilim insanı olmamıştır. Hatta kitapta şöyle bir konuşma geçer:

-"İleride yazacağın kitaplar için sana da bir raf ayırayım mı Sig?"

  -"Keşke! Ama önümüzdeki on yıl içinde böyle bir şey söz konusu değil. Düşünmek için bile zamanım yok...Hayır, yazmayı değil ama, bu kitapları okumayı düşünüyordum. Ah, şu entelektüellerin üç milimetrelik iris aralığından beynin içine tüm bu bilgileri aktarmak için sarf ettikleri bitip tükenmeyen çabalar."

 Diğer bir ise Nietzsche'dir. Öyle ki asıl kahramandır. Her olay ya onunla başlar ya da onunla biter. Diğer karakterler ile aynı yıllar aralığında yaşamıştır ancak bilinmez onlarla arasında bir bağ olup olmadığı. İşte kitapta kurgu olan yerlerden birisi burasıdır. Nietzsche’nin ümitsizliği ana konudur kitapta. Ana konunun yanında etnik köken, özgürlük, toplum içindeki yalnızlık, kendi içindeki yalnızlık gibi konular da ele alınır. Nietzsche’nin içindeki bu ümitsizliğin nedeni olan kadın ve erkek yani Lou Salome ve Paul Ree de o dönemin ünlü bilim insanlarıdır. Lou Salome psikiyatrist ve yazardır. Paul Ree ise alan yazar ve filozoftur. Aynı zamanda Nietzsche’nin gerçekte hayatta da dostudur. Tüm bu karakterlerin aynı dönemden seçilmiş ve birbiriyle uzaktan ya da yakından da olsa ilişkilerinin bulunması gerçekten ilginçtir. Ayrıca yazar kitabı yazarken bu bilim insanları üzerine yoğun araştırmalar yapmıştır ki her bir karakteri bize böyle sanki gerçekmiş gibi yansıtabilsin. Ayrıca bu kitabın bazı yönlerini anlayabilmek için küçük de olsa bir araştırma yapılması taraftarıyım.

       Kitaptaki zaman ile ilgili net bir tarih verilmek gerekirse 1882 yılında geçiyor. O dönemin şartlarına baktığımız zaman da büyük bir etnik köken sınıflandırması görmekteyiz. Toplumda kast sistemi gibi kesin bir ayrım bulunmamakta ancak yine de bir sınıflandırma mevcut: Yahudi olanlar ve Yahudi olmayanlar. Eğer Yahudi olarak doğduysan hayata bir sıfır geride başlıyorsun. Hayatın hiçbir yerinde bir diğer insanlarla eşitliğin bulunmuyor. Ta ki kendine varlıklı bir eş bulana kadar. Bu eş senin toplum içinde yer edinebilmen bir çıkış kapısı işlevi görüyor. Paran varsa söz sahibi oluyorsun her yerde. Yapmak istediğin meslekte birden söz sahibi oluyorsun. Bu da bir yere kadar. Etnik kimliğin önüne burada da çıkıyor. Zeki olman önemli değil ya da insanlığa yararlı olup olmaman. Önemli olan paran olup olmadığı ve Yahudi olup olmadığın. Bir insanı daha o doğmadan sahip olduğu şeyler nedeniyle toplumdan ayrıştırmak ne kadar doğru?

       Kitapta değinilen bir başka nokta da ‘’özgürlük’’ konusu hakkında. İnsan seçimlerinde özgür müdür? Özgür irademizle yaptığımızı düşündüğümüz seçimleri yaparken gerçekten özgür müydük? Yoksa bir olaylar silsilesine mi bağlıydı her şey? Yaptığımız her seçim bir öncekinin sonucudur. Birbirine bir zincirin halkaları gibi bağlıdırlar. Önceki sonrakini etkiler. Bu yüzden gerçekten bir özgür iradeden bahsetmek saçma bence. Josef Breuer yaşamı boyunca çevresindeki insanların seçimleriyle var olmuş bir şahıs. Bu seçimleri kimi zaman babası kimi zaman karısı kimi zaman da çocukları etkilemiş. Ve yaşadığı hayatın aslında kendine ait olmadığını geç de olsa fark etmiş. Kendi seçimleri için yaşamak. Kendisi için yaşamak. Sonuç iyi olmuş ya da kötü olmuş umursamadan sadece kendi iradesiyle seçimler yapmak. Kapana kısılma duygusu. Bir güvercin misali. Nasıl bir güvercinin nerede, nasıl, ne şartlarda yaşayacağı onu esir edenin elindeyse Josef de aynı bir kafes içerinde sanki. Ama en azından kendi seçimlerini yapabilme hakkına sahip. Dönemin şartlarında kadınlar ve erkekler arasında böyle bir fark var işte. Kadın evleneceği insanı seçemez, eğitim göremez, kendini geliştiremez sadece ev ve çocuklar için vardır diyen bir anlayış hâkim. Josef’in kendisi için yaptığı seçimler bir kadın olarak eşini ne kadar etkiler? Kitapta şöyle bir söz geçiyor:

‘’Ya kadının? Ya kadının anlamı, kadının özgürlüğü?’’

Zaman değişiyor ama konular hep aynı.

        Değinmek istediğim son bir nokta daha var. Oda kitabın adının neden ‘’Nietzsche Ağladığında’’ olduğu. (Bu bölüm biraz spoiler olabilir. Şimdiden söylemeliyim.) Kitabın sonlarına doğru Nietzsche ve Breuer bir kliniğin 13 numaralı odasında kadınlar konuşuyorlar ve birden Nietzsche durup dururken ağlamaya başlıyor. Doktor Breuer ağlamasının nedenini ona sorduğunda duygularını ve düşüncelerini daha önce böyle bir başkasına anlatmadığını söylüyor. Sanki üzerinden bir yük kalkmış gibi hissediyor. Kitap boyunca ne gülen ne ağlayan daima katı biri olarak tasvir edilen Nietzsche bir yerden sonra duygularını saklayamaz hale geliyor. Belki de bu kadar duygulanmasının asıl nedeni karşısında onu gerçekten dinleyen bir insanla karşılamamış olmasındandır. Belki de bu yüzden değerinin o öldükten sonra anlaşılacağını durmadan dile getiriyordu. Kim bilir?

Kitaptan Bazı Alıntılar:

·         Benim ‘biz’ haline gelebilmem için önce ‘ben’ olmam gerek.

·        İnsan dostunu, düşmanından daha zor affediyor.

·        Hayat, doğru cevapları olmayan bir sınav.

·       Kendinden hiç hoşnut olmayan pek çok insan gördüm; bunlar önce başkalarının kendileri hakkında iyi düşünmelerini sağlamaya çalışırlar. Bunu başarınca da bu sefer kendileri de kendileri hakkında iyi düşünmeye başlarlar. Ama bu sahte bir çözümdür; bu başkalarının otoritesi altına girmeyi kabullenmektir. Size düşen ödev kendinizi kabullenmenizde, benim sizi kabullenmemin yollarını aramak değil.


You May Also Like

4 Comments

  1. Harika bir yazı olmuş emeğinize sağlık!

    Ayrıca, bloggerlar olarak birbirimize destek olmak için bu hesabı açtık. ( https://www.instagram.com/bloggerdestektr/ ) Bize katılarak blogunuzu büyütebilirsiniz. Bloggerlar olarak birbirimizin yazılarına yorumlar atarak, yazıları okuyup abone olarak kitlemizi büyütebiliriz. Destek grubuna katılmak için mesaj atabilirsiniz.

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık :)

    YanıtlaSil
  3. çok önceden okuyup çok etkilendiğim bir kitaptı, bir de sizin gözünüzden tekrar okumak çok iyi geldi :]

    YanıtlaSil