Mumyanın Laneti ve Kayıp Gerdanlık/2. Bölüm

by - Nisan 01, 2021

 


2.     Bölüm

 

Alper o sabah yatağından kalkmadan hemen önce gece başında toplandıkları mumyayı    düşünmeden edemedi. Acaba satsa ne kadar para ederdi o mumya? Çok da değerli şeyler vardı üzerinde. Şu Alp de amma saf adamdı. Kim bir mumyayı açmak için uğraşırdı ki? Kendisi olsa kimseye haber vermez, mumyayı da satar zengin olurdu. Ama kendisinin de işine gelmemiş değildi hani. Ne yapsa da mumya kendisine kalsa diye düşünüp duruyordu. Ama işte bilmiyordu ki bunu düşünen sadece kendisi değil.

Ahmet de mumyanın boynundaki değerli taşlardan yapılmış olan o gerdanlığın kimde olduğunu merak ediyordu o sabah kahvaltısının başında çayını yudumlarken. Herkes oradaydı. Kim yapardı ki? Kendisi de yapmak istemişti nedense bir an. Ama biri ondan önce davranmıştı.

O sıralarda Cevdet ise kitaplar arasında kaybolmuş buldu kendini. Bir hiyeroglif vardı lahitin üzerinde ve hepsini okuyamamıştı. O yüzden bir sürü araştırmak yapmak için işe koyulmuştu. Dolayısıyla kolye pek de umrunda değildi. Belki de sadece öyle davranıyordu. Kim bilir?

Kahramanımız o sabah çok yorgun uyandı. Sonuçta öğlene kadar uyumayı planladığı uykusu gecenin bir yarısı beklediği bir anda mahvolmuştu. Yataktan kalktı. Ayaklarını sürükleyerek lavaboya gitti. Aynanın karşısına geçti ve kendine baktı. Yıllar onu pek de yaşlandırmamıştı ama sakalları oldukça uzamıştı ve çok dağınık duruyordu. Sakallarına rağmen 27 yaşında gibi gösteriyordu hala. Gözlerinin altlarının mor olduğunu fark etti. Ayrıca şişmişti de. Yüzünü yıkadı hızlıca. Acaba kahvaltıda ne var diye düşündü hemen. Acıkmıştı. Yüzünü kuruladıktan sonra aşağıya indi. Etrafta kimsecikler yoktu. Karısı işe gitmiş olmalıydı. Sahiden bugün günlerden neydi. Masanın üstüne baktı, takvim 24 mayısı gösteriyordu. O en midesinden bir gurultu yükseldi. Bir an önce bir şeyler yemeliydi. Kendine bir kahve yaptı ve dolapta ne varsa kendine bir kahvaltı hazırladı. Kahvaltısını yaparken bir yandan da gazetesini okumaya başladı. İlk sayfada pek de ilgi çekici bir haber yoktu. Her zamanki şeyler. Ekonomi, siyaset, eğitim…bir sayfa daha çevirdi ve işte o an gözüne bir şey takıldı. Fotoğraftaki adam tanıdık geliyordu. Fotoğraftaki adam daha gece konuştuğu, sohbet ettiği, beraber mumyayı incelediği eski dostu Alp’ti. Gözlerine inanamadı. Bu doğru olamazdı. Gözünü kapattı birkaç saniye sonra yavaşça geri açtı. Yetmedi kolunu çimdikledi. Ama fotoğraf hala oradaydı işte. Oradan bakıyordu ona. Haberi okumaya başladı. Haberin başlığı şöyleydi: Ünlü Arkeolog Alp Tezcan bugün sabah saatlerinde evinde ölü olarak bulundu. Haberin devamını hızla okudu.

‘’Ünlü arkeolog Alp Tezcan bugün sabahın erken saatlerinde evinde göğsünden vurulmuş olarak bulundu. Yapılan tüm müdahalelere rağmen Tezcan kurtarılamadı. Sağlık ekipleri zaten çok kan kaybettiğini onlar geldiğinde çoktan son nefesini vermek üzere olduğunu belirtti. Polis soruşturmaya başladı. Tezcan’ın kim ya da kimler tarafından öldürüldüğü henüz bilinmiyor. Olay yeri inceleme ekipleri ilk incelemeyi yaptılar. Tezcan’ın ölüm nedeni yapılan otopsiden sonra kesinlik kazanacak.’’

Haberi tekrar tekrar okudu. Yetmedi emin olmak için Alp’i aradı. Ama telefon çalmasına rağmen açan olmadı. Gidip kendi gözüyle görmeliydi. Yukarıya koşarak çıktı ve dolapta ne bulduysa üzerine geçirip kendini sokağa attı. İnanamıyordu resmen. Tamam uzun süre görüşmemişlerdi bu kadar tepki göstermesi normal olmayabilirdi ama sonuçta kaç yıllık arkadaşıydı.         

Alp’in evine vardığında kapıda sarı şerit üzerine yazılmış girilmez yazısını gördü. Demek ki haber gerçekti. Kapıya yaklaşmaya başladı yavaşça. Tam sağ elini kapı koluna uzatmıştı ki bir polis memuru onu durdurdu. Buraya giremeyeceğini orasının olay mahali olduğunu söyledi. Kendisinin kim olduğunu ve burada ne işi olduğunu sordu. Hemen kendini tanıttı. Alp’in eski bir arkadaşı olduğunu söyledi. Polis memuru onunla birlikte gelmesini istedi. Ona çeşitli sorular sormak istiyordu.

İfadesini verirken oldukça endişeliydi. Bu polis memurunun dikkatinden kaçmamıştı. Göz ucuyla onu izliyordu. Dün gece yaptıkları şeyler ortaya çıkmalı mıydı? Ne kadarını anlatmalıydı polis memuruna? Acaba yaptıkları şeyler yasal mıydı? Ya diğerleriyle ifadesi çelişirseydi? Sonuçta birbirlerini ilk defa görmüşlerdi. Kimin ne kadarını anlatacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Neyse ki verdiği cevaplarda sesi tedirgin edici bir şekilde çıkmamıştı ve polis memuru hiçbir şeyi çakmamıştı. Polis memuru ona bir şey göstereceğini, bu göstereceği şeyi daha önce görüp görmediğini sordu. Alp’in yanında bir adet taş bulunmuştu. Polis memuru taşı getirdiğinde hayretler içerisinde kaldı. Bu dün gece kaybolan gerdanlığın bir taşıydı. Ama asıl soru oraya nasıl gelmişti? Polise dün geçen olayları anlatmalıydı. Belki de katili bulmaları için bir ipucu bulmalarına yardım ederdi. Sonuçta arkadaşı öldürülmüştü, kendisi de hiç beklemediği bir anda bir kurşuna kurban gidebilirdi.

Polise olup biteni anlatıp evinin yolunu tuttuğu sırada yalnız olmadığını hissediyordu. Etrafı kolaçan ederek gidiyordu. Arkasında birinin varlığını hissetti. Birden arkasını döndü. Sanki birisi onu takip ediyormuş gibi bir hisse kapıldı. Ama etrafta kimsecikler yoktu. Sadece rüzgârda yapraklarının çıkardığı hışırtıyla sallanan ağaçlar vardı. Belki de sadece hayal görmüştü. Ceketini düzeltti ve önüne dönüp yürümeye devam etti.

Eve geldiğinde karısı hala gelmemişti. Demek ki daha işleri bitmemişti. Başı bayağı dolu olmalıydı. Yoksa çoktan bu saate gelmiş olurdu. Karısı çalışırken kendisinin çalışmaması çok hoş bir durum değildi. Sonuçta tüm yükü onun omuzlarına bırakmamalıydı. En azından evdeki işlere yardım edebiliyordu. Bu da hiç yoktan iyiydi.

Yukarı çıktı. Üzerini değiştirdi ve daha rahat şeyler giydi. Aşağıya mutfağa inip kendisine sert bir kahve yapıp koltuğa gömüldü. Belki bu kahve biraz olsun uykusunun açılmasına yardımcı olabilirdi. Gazete hala masada duruyordu. Sanki Alp oradan kendisine bakıyordu katilimi bu dercesine. Kahvesini yudumlarken aklına birden mumya geldi. Mumyaya ne olmuştu acaba? İşte bunu hiç düşünmemişti şimdiye kadar. O böyle mumyayı düşünürken işte o anda karısı geldi içeriye. Çok bitkin görünüyordu. Bugün çok iş vardı demek ki başında. Duş alıp hemen uyuyacağını söyledi ve iyi geceler diyerek yukarıya çıktı. Acaba gazetedeki haberi görmüş müydü? Yoksa görmemiş miydi? Büyük ihtimalle görmemişti çalışmaktan. Anlatıp anlatmamak konusunda kararsız kaldı. Karısı zaten yorulmuştu. Bir de bunları anlatıp onun kafasını daha da yormamalıydı.

Karısı uyuduğu için doğal olarak akşam evde yemek yapan olmamıştı. Kendisi de hiç beceremezdi zaten. Sanırım yine dışarıdan bir şeyler sipariş etmek zorunda kalacaktı. Dışardan yemeyi hiç sevmezdi. Aslında iştahı da yoktu. Sırf bir şeyler yemek için yemek yiyecekti. Alp’in ölümü onu derinden sarsmıştı. En iyisi uyumak diye düşündü. Belki de uyuyunca her şey geçerdi. Yukarıya çıktığında karısının uyumamış olduğunu gördü. Yatağa gömülmüş kitap okuyordu. Acaba ne zamandır bu kitabı okuyordu hiç bilmiyordu. İşte o an son günlerde karısıyla arasının çok da iyi olmadığını fark etti. Acaba ne kadar süredir böyleydiler? Hiç bilmiyordu. Sessizce terliklerini çıkarıp karısının yanına uzandı. Onu rahatsız etmek istemiyordu. Başını yastığa koyup gözlerini yavaşça kapattı. O günü düşünmemeye çalışarak derin bir uykuya daldı.

Ertesi sabah gözlerini açmakta yine zorlandı. Erken bir saatte uyumuştu. Başı çatlarcasına ağrıyordu. Başını zor bela kaldırabildi yastıktan. Yan tarafında bir boşluk olduğunu fark etti. Karısı işe gitmişti sanırım. Saat kaçtı acaba? Sol eliyle komodinin üstünü yokladı. Saat eline geldi.  Göz hizasına kaldırıp baktı saate. Saat onu çoktan geçmişti. Yavaşça kalktı yatağından. Etrafına bakındı. Acaba terlikleri neredeydi? Etrafta terliklerini ararken terliklerinin giysi dolabının orda olduğunu fark etti. Acaba terlikleri oraya nasıl gitmişti. Terliklerini giydi yavaşça. Lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı ve aşağıya indi. Her zamanki gibi kendisine sert bir kahve yaptı ve gazetesini eline alıp okumaya başladı. Üçüncü sayfaya geldiğinde ise duraksadı. Tanıdık bir yüz vardı sayfada. Sanırım bu geçen gece gördüğü adamlardan biriydi. Haberi okumaya başladı hızlıca. İsmi Alper’di. Bugün sabahın erken saatlerinde evinde silahla vurularak öldürülmüştü. Söylenenlere göre yanında delil olarak küçük bir taş bulmuşlardı.  Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmayan bir adammış yazılanlara göre. Aklına bir soru takıldı. Acaba bu ölüm haberinin Alp’in ölümüyle bir ilgisi var mıydı? Olaylar aynıydı. Her ikisi de silahla göğsünden vurulmuştu.  Her ikisinin de yanında birer tane değerli olduğu düşünülen taşlar bulunmuştu.  Üstelik bu değerli taşlar, o gece mumyanın boynundan çalınan gerdanlığa aitti.

İşin aslını öğrenmek için olay yerine gitmeyi düşündü ama dikkat çekebilirdi. Ayrıca adresi de bilmiyordu zaten. Acaba adresi nereden öğrenebilirdi? Adamı daha ilk defa o gece görmüştü. Bir daha görüşmeyiz diye de birebir tanışma gereği duymamıştı. Polis merkezine gitse durumu izah etse öğrenebilir miydi acaba? Yok yok olmazdı. O zaman kesin kendisinden şüphelenirlerdi. En iyisi susmak ve bu işi kendi başına halletmekti. Ama ya sıra kendisine geliyorsa? En iyisi geriye kalan iki kişiyi de bulup bu konu hakkında olan bitenleri onlara anlatmaktı. Sonuçta onlar da tehlikede olabilirlerdi. Peki nasıl ulaşacaktı onlara? İsimlerini bile bilmiyordu. Alp illa ki yazmıştır bir yerlere diye düşündü. En iyisi Alp’in evine gizlice girip evi aramaktı. Belki oradan adreslere ulaşabilirdi.

O gün akşamı bekledi eve girmek için. Akşam olunca elinde bir maymuncukla pencere kenarlarını zorlamaya başladı. Sıkışmıştı sanırım. Bayağı uğraşması gerekiyordu. Pencereyi açmaya çalışırken bir yandan da ara ara etrafı kolaçan ediyordu. Sonra birden pencere büyük bir gürültü çıkararak açıldı. Korkmuştu. Etrafına bakınmaya başladı. Acaba bu sesi duyan birileri olmuş muydu? Etrafını hızlıca kolaçan etti. Kimsecikler yoktu ortalıkta. Derin bir nefes aldı. İyi ki kimse duymamıştı. Bir de onlarla uğraşmak istemiyordu. Sağ ayağını pencereden içeriye atarak içeri girdi hızlıca. Pencereyi de arkasından kapattı fark edilmemek için. İçerisi oldukça karanlıktı ve ölüm sessizliği halimdi eve. Işıkları açamazdı. O yüzden evden getirdiği mini boy el fenerini çıkarıp yaktı. Küçük bir şeydi ama işini görürdü.

Etraf oldukça dağınıktı. Hemen ufak ufak aramaya başladı etrafı. Kitapların arasına baktı, defterlerin sayfalarını karıştırdı ama en ufak bir ipucuna rastlamadı. Alt kata bakmaya karar verdi bir de. Orada gizli bir odası vardı. Sadece ikisi biliyordu. Mumyayı da oraya koymuştu büyük ihtimalle. Kapı nasıl açılıyordu ki? Etrafına bakınırken işte o an hatırladı. Duvardaki Van Gogh tablosunun altında bir düğme vardı. Tabloyu hafifçe kaldırdı. Duvarı eliyle yoklayarak düğmeyi buldu ve bastı. Duvar yavaşça hareket ederek iki kişinin geçebileceği kadar açıldı. Kapıdan süzülerek geçti. Etrafta hiç ışık yoktu yine. El fenerini gezdirmeye başladı yavaşça. Evet işte mumya oradaydı. El fenerinin cılız ışığı mumyanın yüzüne düşüyordu. Ama bir değişiklik vardı sanki. Dikkatlice bakınca mumyanın üzerindeki bütün değerli mücevherlerin yok olduğunu fark etti. Hepsi gitmişti. Kim ya da kimler çalmıştı onları? Demek burayı bilen başkaları da vardı. Etrafına iyice bakınmaya devam etti. İşte o anda mumyanın yanında küçük bir defter gözüne ilişti. İçini açtığında birkaç telefon numarası ve adresle karşılaştı. Kendi ismi de vardı bunların arasında. İşte diğerlerinin numaraları da buradaydı. Diğer iki kişinin isimleri Ahmet ve Cevdet’ti. Telefon numaraları vardı. Acaba arasa mıydı? Yok yok telefonla anlatılacak bir konu değildi bu. Defteri aldı ve adresleri bulmak için geldiği pencereden çıkarak karanlıkta kayboldu.

İlk adres bulunduğu yerden beş sokak ötedeydi. Yürüyerek gidecekti. Arabası vardı ama genelde karısı işe gitmek için kullanırdı. Hızlı hızlı yürümeye başladı. Oraya ne kadar hızlı giderse belki de olacakları o kadar çabuk engellerdi. Bir anda koşmaya başladı. Ya çoktan Ahmet de diğerleri gibi öldüyse. Ya orda katille karşılaşırsa. İşte burasını hiç düşünmemişti. Ama ne olursa olsun gitmeliydi Ahmet’in evine. Beş sokak sonra adresi çıkardı cebinden. Bulmak hiç de zor olmamıştı. Çünkü mahallede hemen göze batıyordu o kadar büyük binalar arasında. Tek katlı, duvarları gri renkte, iki küçük penceresiyle oldukça küçük bir evdi.  Bahçe kapısını yavaşça itti. Büyük bir gıcırtıyla açıldı. Sanırım uzun süredir yağlanmamıştı. İçeriye girince aynı gıcırtıyla geri kapattı kapıyı. Evin kapısına geldi. Üç kez vurdu kapıya ama açan olmadı. Uyuyor olmalıydı. Vakit çoktan gece yarısını geçmişti. Kapıyı tekrar tekrar çaldı ama yine de açan olmadı. Bu işte bir terslik vardı. İyice meraklanmıştı. Cebindeki maymuncuğu çıkararak kapıyı zorlamaya başladı. Birkaç defa denedikten sonra kapıyı açmayı başardı. Ama içeride hiç ışık yoktu. Ahmet’e seslendi birkaç defa ama içeriden herhangi bir yanıt alamadı. İyice endişelenmeye başlamıştı. Yavaş yavaş ilerledi dar ve uzun koridorda. Biraz ilerledikten sonra sağdaki ilk odadan ışık geldiğini fark etti. Yavaşça yaklaşıp odanın içine baktı. Ahmet televizyonun karşısındaki koltukta oturmuş at yarışı izliyordu. Tam ‘’Ahmet sana kaç defa seslendim bana neden cevap vermiyorsun’’ diyecekti ki işte o anda bir terslik olduğunu anladı. Yavaştan yaklaştı Ahmet’in yanına. Ahmet’ten hala bir tepki yoktu. Yanına tamamen yaklaştığında fark etti Ahmet’in o bembeyaz olan gözlerini. Ölmüştü. Çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Birisi onu göğsünden vurmuştu. Çok acı çekmemişti sanırım. Çünkü vurulduğu gibi aynı pozisyonda kalmıştı. Kim yaptıysa temiz iş yapmıştı. O an gözüne parlayan bir şey çarptı Ahmet’in yanında. Dikkatlice baktığında bunun bir tür taş olduğunu fark etti. Bir yerden tanıdık geliyordu am nerden. Tabi ya Alp ve Alper’in yanında da buna benzer taşlar bulunmuştu.

Yetişememişti. Kurtarabilirdi onu ama yapamamıştı. O an bir şey unuttuğunu fark etti. Katil hala evin içinde olabilirdi. Eline masanın üzerinde duran boş vazoyu aldı ve evi kolaçan etmeye başladı. Zaten topu topu iki odası vardı. Kapı arkalarına, dolapların içine, kısaca her yere baktı ama evin içinde başka kimse yoktu. Oradan bir an önce çıkması gerekiyordu. Yoksa polisler sabah geldiğinde onu suçlu bulabilirlerdi.

Alel acele kapıya koştu. Parmak izi kalmış mıydı acaba herhangi bir yerde? Tabi ya taşa dokunmuştu. Hemen içeriye geri dönüp taşı ceketinin koluyla sildi ve bulduğu yere geri koydu. Sonra ardına bile bakmadan oradan uzaklaştı.

 

You May Also Like

6 Comments

  1. Çok heyecanlı geçti, devamını bekliyorum en kısa sürede gelmesi temennisiyle. Teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. İlk deneyimlerim beğenmenize sevindim :)

      Sil
  2. Yanıtlar
    1. Bu kadar merak etmeniz çok hoşuma gitti. En yakın zamanda devamı gelecek :)

      Sil
  3. Blogunuzu takipteyim bloguma beklerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ediyorum, ben de sizi takip ediyorum :)

      Sil