Powered By Blogger

Okuyan Koala 🐨

 




Kitabın Adı: Pericadı
Yazarı: Victoria Bonsyak
Sayfa Sayısı: 152
Yaş Aralığı: 9-11
Yayınevi: Can Çocuk Yayınları

Hepimiz okula başladığımızda illa ki okulu tanıtan bir gezi yapmışızdır. Sınıflar, laboratuvarlar, öğretmenler odası ve tabi ki de kütüphane. Çok az okulda kütüphane vardır. Her okulda nedense göremeyiz. Halbuki okulun olmazsa olmazlarından biridir bana göre kütüphane. 

Daha dördüncü sınıfa giderken kendi kendime keşfetmiştim kütüphaneyi. İlk girdiğim anda hangi kitabı okumaya bir türlü karar verememiş, bir o rafa bir bu rafa zıplayıp durmuştum. Ne çocuksu bir heyecan. Şimdi bu kitabı okuduğumda da anılarım canlandı diyebilirim. Aynı benim gibi dördüncü sınıfa giden bir öğrenciden bahsediyor kitap.

İsmi zaten yeterince şaşırtıcı değil mi? Pericadı. Peri mi yoksa cadı mı? Yazar karar verememiş gibi görünüyor. Ama kitabı elinize alıp okumaya başladığınız anda aslında yazarın kitaba neden bu ismi seçtiğini daha iyi anlıyorsunuz.

Fazla konuşuyorum yine. Çok da uzatmadan işte kitabın konusu kısaca sizlerle. Budapeşte'de bir ilkokuldayız. Bu okulda 4/D sınıfına giden Laci ise bizim kitapkurdu öğrencimiz. Okul fazlasıyla büyük ve yıllardır da bulunduğu yerde durmakta. Yemekhanesi, sınıfları, koridorlarıyla kocaman. Bir şey eksik gibi sanki. Bir kütüphane. Evet bu okulda bir kütüphane var. Bilin bakalım bu kütüphaneye sadece kim geliyor? Doğru bildiniz: Laci. Neden mi sadece o geliyor? Çünkü kütüphane görevlisi olan kadın yani Aranka Mort yaşlı ve huysuzdur. Diğer öğrenciler de onun bu yönlerinden dolayı değil kütüphaneye gitmek kapısının önünden dahi geçmezler. Kütüphane sorumlusu Aranka Mort'un tek ziyaretçisi Laci'dir. Bir gün Laci'nin kütüphaneden aldığı bir kitabı okuyup arkadaşının da ondan almasıyla işler değişir tabi. Bu arkadaşı hiç kitap okumaz ve  eline Laci'den aldığı Pal Sokağı Çocukları adlı kitap geçince fikri değişmeye başlar. Neden mi dersiniz? Çünkü Laci'nin eşsiz bir yeteneği vardır. Laci kitapları okurken beğenmediği yerler olursa onları farklı bir şekilde hayal eder ve bu hayaller de kitaplarda değişiklere neden olur. İşte Pal Sokağı Çocukları da böyle bir kitaptır. Gelelim Aranko Mort'a. Evet bir kütüphane görevlisi olduğunu söyledik. Ama onun da kendince sırları vardır ve görevini de devam ettirebilmesi için de Laci'ye ihtiyacı vardır. Sizce görevine devam edebilecek mi? En önemlisi de bu kitaptaki pericadı kim?

Yazar kitabı yazarken sanki bizlerle konuşuyor gibidir. Olayların dışında değil de doğrudan hep içindedir. Yeri gelir bize bazı bilgiler verir. Bu bilgileri hikayenin tam orta yerinde kesip bize aktarır. Ama verilen bu bilgiler kitaptan tamamen bağımsız değildirler. Kitapta geçen ve kitabı okuyan çocuğun daha önce o kelimeyi ya da özlü sözü duymamış olabileceğini de düşünerek yer vermiştir bunlara.

''Cep kitabı nedir biliyorsun değil mi? Yani tabii ki ceplerden bahseden kitap değil, cebe girebilecek kitap. Peki ama sen hiç, bir çocuğun cebine girebilecek kitap gördün mü?''

Kitapta eğlenceli kısımlar da mevcut. Yazar her bölüme başlarken bize bölümle ilgili bazı bilgiler veriyor. O bölümü nasıl yazdığını, nerde geçtiğini ve sıkılabileceğimizden bahsediyor. Ara ara sayfalara da espriler sıkıştırıyor. Hani deyimler ve ata  sözleri aslında farklı anlamlara gelir ya bize onları açıklıyor. Bu sözlere tam da küçük bir çocuğun gözünden bakıyor. Hem de kitabı okuyan çocuklara eğitici yönden bir fayda sağlanmış oluyor.

''Oysa planları suya düştü. (Lütfen gerçekten suya düşüp düşmediğini sorma, boşa çıktı yani başarısız oldu.)

''Biz sadece....'' diyerek yardım etmek istedi Dori ama kütüphaneci lafını kesti. (Hayır, tabii ki bıçakla değil, daha neler.... Sen de biliyorsun ki bu bir peri, Harami değil!)

Her şeyiyle tam da çocukların hem okurken eğlenebileceği hem de yeni şeyler öğrenebileceği bir kitap. Hayal gücünün de sonuna kadar zorlanabileceği bir kitap. Aklıma da ne geldi bakın. Siz de çocuğunuzla ya da öğrencilerinizle bu kitabı ya da başka bir kitabı okurken de olabilir Laci gibi davranmaya ne dersiniz? Onun gibi kitapta hoşunuza gitmeyen yerlerde başka şekilde nasıl devam edebilir diye düşünebilirsiniz. Eminim ortaya eğlenceli şeyler çıkar. Denerseniz mutlaka buraya da yazmayı unutmayın. Sonucunu merakla bekliyorum :)

Share
Tweet
Pin
Share
7 Comments


Kitabın Adı: Bay Rüzgar ve Bayan Yağmur
Kitabın Yazarı: Paul de Musset
Sayfa Sayısı: 132
Yayınevi: Can Çocuk Yayınları
Yaş Aralığı: 8-11
Türü: Roman

Jean Pierre adında yoksul bir değirmenci vardır. Geçimini değirmende öğüttüğü tahıllar ve bahçesinde yetiştirdiği sebzeler ile sağlamaktadır. Ancak değirmeni öyle bir yerde bulunur ki ne rüzgar iyi esmektedir ne de fazla yağmur yağmaktadır. Böyle böyle yoksulluk içerisinde geçer günleri. Yaşı da yavaş yavaş ilerlemeye başlayınca Claudine adında bir kadınla evlenir ve bir erkek çocukları olur. Ancak çok geçmeden kadın hastalanır ve elde avuçta olan para da ona gider. Artık büsbütün yoksulluk çekerler. Günler böyle birbirini kovalarken bir akşam şiddetli bir rüzgar eser. O esnada karısı ve oğlu uyumaktadır. Zaten her tarafı dökülen evin kalan yerleri de dökülmek üzeredir. Birden içeriye meleğe benzeyen bir adam girer. Bu adam Bay Rüzgar'dır. kendisinden bir sandalye ister dinlenmek için. Uzak diyarları dolaşıp geldiği için yorgundur. O gittikten sonra arkasından şiddetli bir yağmur gelir. Bu defa gelen de Bayan Yağmur'dur. O da aynı Bay Rüzgar gibi dinlenmek için bir sandalye ister. Her ikisi de giderken bir ihtiyacı olduğunda kendi yaşadıkları yere gelebileceklerini söylerler ve giderler. Yavaş yavaş değirmencinin işleri düzelir. Artık değirmeni döndürecek rüzgar ve sebzelerin de yetişmesi için yağmur vardır. Ancak bu yeni kurdukları düzen de bir yere kadardır. Bağlı olduğu Baron'un eve gelmesiyle her şey değişmeye başlar. Sizce bizi nasıl bir son bekliyor olabilir?

Kitabı okurken fazlaca eğlendim ve öyle ki tek oturuşta bitirdim. Bir çocuk olsam da eminim severek okurdum. Karakterleri fazlasıyla ilginçti ve biraz da İngiliz tarihinde esinlenilmişti. Dili de öylesine sade bir biçimde oluşturulmuş ki kitabı rahat bir şekilde okuyabiliyorsunuz.

Kitapta hemen hemen her sayfada resimler mevcuttu. Bu da okurken hem karakterleri ve olayları zihnimizde canlandırmamızı kolaylaştırıyor hem de kitabı okurken sıkılmamamızı sağlıyor. Zaten resimlemeler de ilgi çekici. Bu yaşlarda bulunan çocuklar için daha çok doğa üstü olan resimler ilgi çekici oluyor. Okuma istekleri daha da artmış oluyor. Çocuk kitaplarında yaşa göre yazı ve resimde oranlamalar vardır. Yaş ilerledikçe resim oranı düşer ya da kaybolur. 8-11 yaş aralığındaki çocuklarsa en şanslıları bana kalırsa. Hem kitaplar hem de resimler fazlasıyla ilginç olabiliyor.

Sınıflar arası ayrım net olarak verilmiş. Sanırım yazarın yaşadığı dönemde sınıflar arasında bu şekilde net bir ayrım söz konusuymuş. Baronlar daha doğrusu piramidin tepesinde bulunan o zengin ve unvan sahibi insanlar, halk ve kendileri arasında net bir şekilde sınır çekmişler. Bu yüksek tabakadan olan insanlar halkı kendine bağlamışlar ve onlardan yüksek miktarda vergiler almaya çalışmışlardır. Zaten yoksul olan insanlar iyice yoksulluk çeker duruma gelmişlerdir. 

İnsanın aç gözlülüğü her yerde her dönemde. Bu aç gözlülük ile ilgili kitapta karşımıza Baron ve değirmencinin karısı çıkıyor. Her ikisi de tamamen aynı davranıyor. Aç gözlülüğün zenginlik ya da yoksulluk ile ilişkisi cidden yok. Baron zengin ama hala daha fazlasına en çok onda olmasına hatta tek kendisinde olmasına çabalıyor. Değirmencinin karısı ise elindeki emekle kazanılmış az paraya değer vermektense daha fazla sahip olma peşinde.

Kitapta sevmediğim bir nokta kadınların dedikoducu olarak gösterilmesi. Halbuki erkeklerin de kadınlardan aşağı kalır bir yanı yok. Dedikodunun da başa neler getirdiği ortada. Kime iyilik olmuş ki iyilik bekliyoruz. Değirmencinin karısı dedikodu yapmaktan hiç geri durmuyor. Hatta sırf bu yüzden her şeylerinden oluyorlar. Elde avuçta olan paradan ve Bay Rüzgar ile Bayan Yağmur'un onlara verdiği değerli hediyelerden.

Kitapta sevdiğim yerlerden birisi kitap içinde kitap olmasıydı. Evet bu bir roman ama içerinde de bir tiyatro metni bulunuyordu. Tabii öylesine değil, kitapla bağlantılı olarak yer verilmişti. Düğüm bölümünün asıl olaylarından birinde yer alıyordu. Değirmencinin oğlu Baron'un evine tiyatro canlandırmak için gidiyordu ve orada okuyordu bu metni de. Bir türün içerinde çocuğa başka bir türün de aşılanması bana kalırsa fazlasıyla eğitici. Bir taşla iki kuş vurmuş oluyoruz. 

Kısacası  birçok eğitici yönü bulunan bir kitap. Ancak bana kalırsa yaş düzeyi biraz daha ileri olabilirdi. Mesela 10-12 gibi. Çocukların anlam kurmasında ve bazı değerleri öğrenmesi açısından önceki yaşların daha erken olduğunu düşünüyorum. Onun dışında gerek konusuyla gerek karakterleriyle güzel bir kitaptı. Çocuklarınızın okuması için kitap arıyorsanız mutlaka aklınızda bulunsun. Hatta daha fazla kitap için https://www.cancocuk.com/ bu adrese tıklayıp yaş aralığına göre kitaplara ulaşabilirsiniz. Tekrar görüşmek dileğiyle...


 

Share
Tweet
Pin
Share
2 Comments

 Fullmetal Alchemist: Brotherhood


Edward ve Al iki erkek kardeştir. Babalarının evi terk etmeleri üzerine onun kitaplarını okuyarak ve oradaki bilgileri uygulayarak kendi kendilerine simya öğrenirler. Bir gün anneleri birden hastalanır ve birkaç gün içerisinde de ölür. İki kardeş annelerini tekrar geri getirmek için simyaya başvururlar. Ancak bu kullandıkları bu teknik simyada yasaktır ve sonuçlarını kimse bilmemektedir. Ölen kişiyi geri getirmek için kullanılan bu tekniği kullanmaları ile Edward kolundan ve bacağından Al ise vücudundan olur. Kardeşinin ruhunu son anda bir zırha bağlayan Edward onu yok olmaktan kurtarır. Yaşadıkları yerden ayrılırlar bu olaylardan sonra. Artık tek bir amaçları vardır kaybettikleri vücutlarını geri alabilmek. Bu yolculukta ise başlarına olmadık şeyler gelir. Homoculuslar, kimeralar, ordu, askerler, insanlar ve daha niceleri. 

Bu anime önceki yazımda da anlattığım animenin aynısı denebilir. Ancak bildiğiniz gibi animeler mangaların ekranlara uyarlanmış halleridir. İlk yapılan anime daha manga devam ederken bitirilmiş ve mangasına çok da  sabit kalınmamış. Bu yüzden tekrardan farklı bir isimle mangaya uygun olarak olarak yeniden ekranlara dönmüş. Size tavsiyem ikisini de izlemeniz. Diğer anime için aşağıdaki linke tıklayabilirsiniz.

https://kitap28.blogspot.com/2021/07/anime-onerileri-1.html


Kumo Desu ga, Nani Ka?


Kahraman ve Şeytan Kralı birbirleri ile savaşmaktadırlar. Bu defa savaştıkları yer ise dünyadır. Kahraman ve Şeytan Kralı arasındaki bu mücadelede yoğun miktarda büyü ortaya çıkar ve dünyada bir lisenin bulunduğu alana isabet eder. Böylece bir sınıftaki bütün öğrenciler ve bir öğretmen ölür. Bu patlamada ölen herkes farklı bir dünyada reenkarne olurlar. Neredeyse herkes insan olarak reenkarne olmuştur. Sınıfta ise diğerleri tarafından dışlanan ve uyumsuz olarak nitelendirilen bir kız hariç. O bir örümcek olarak reenkarne olur. Yine mevcut durumunu güçlendirip sayısız güçler elde eder. Tüm dünyada tanınan bir hal alır. Ancak onun bu farkında olmadan güçlenmeleri ilerde büyük sorunlara yol açacaktır. Sırf ana karakter için izlenir bence. Örümcek o kadar eğlenceli bir karakter ki izlerken eğleniyorsunuz.   


Clannad


Küçük yaşta annesini kaybeden Tomoya babası ile yaşamaktadır. Babası ise tam bir alkoliktir. Bir aralarında geçen bir tartışmada Tomoya yaralanır ve aralarındaki o incecik bağ da kopar gider. Ayrıca bu yaralanma ile de basketbolu çok seven Tomoya'nın bir basketbolcu olma hayalleri de artık bitmiştir. Gittikçe arkadaşlarından uzaklaşır. Sadece Youhei Sunohara adında bir arkadaşı vardır. Bir gün okulda hiç arkadaşı olmayan Nagisa ile tanışmasıyla hayatı birden değişmeye başlar. En sevdiklerimden birisi bu anime. İzlerken yer yer ağlamışlığım bile vardır. Anime tek karakter üzerine odaklanmış gibi gözükse de aslında birden fazla kişinin hikayesi bizi karşılıyor ve her biri de fazlasıyla değerli. Gerçek hayatla da bir o kadar bağlantılı. En sevdiğim yeri ise sonda çalan Dango ailesi ile ilgili olan şarkı. Aşağıya linkini koyuyorum.




Share
Tweet
Pin
Share
4 Comments



Kitap: Köpek Kalbi
Yazar: Mihail Burgakov
Sayfa Sayısı: 132
Tür: Roman
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları

Herkese merhaba. Bugün Mihail Burgakov'un yazdığı Köpek Kalbi adlı romanıyla sizlerleyim. Mihail Burgakov'dan okuduğum ilk kitaptı. Dolayısıyla da dilini de bilmediğim için de biraz tereddüt ederek başladım kitaba. İlk başlarda konu bütünlüğünü kurmakta zorlansam da sayfalar ilerledikçe daha da fazla oturmaya başladı bende hikaye. Köpek Kalbi, dünya çapında tanınmış bir doktor olan doktor Filip Filipoviç'in sokakta bir köpek bulması ve bu köpeğin hipofiz bezini ameliyat ederek bir insanınki ile değiştirmesi sonucu meydana gelen olaylardan bahseder. 

Sokakta bir köpek bulan Filipoviç bu köpeği o dışarıdaki sefil yaşamından kurtarır ve onu muayenehanesine getirir. Hem sıcak bir yuvada olan hem de karnı doyan köpek mutludur. Bunu nereden mi biliyoruz? Köpeğin iç sesinin yansımalarını verir bize yazar. Bir insanın aklından geçenler nasıl kitaplara yansıtılırsa bu kez de bir hayvanın içinden geçenler yansıtılır. Köpeğe sürekli iyi davranır Filipoviç. Köpekse başına geleceklerden habersiz hem bu hayatın keyfini çıkarır hem de her fırsatta ne kadar da şanslı olduğunu düşünür. Derken o gün gelip çatar. Bir dün doktor aniden köpeği zorla tutarak ameliyat masasına yatırır. Suçlu ve pis ağızlı olan bir insanın hipofiz bezleri köpeğe nakledilir. İşte ne olduysa ondan sonra olur aslında. Köpek Şarik, bu ameliyattan sonra hızlı bir şekilde insanlaşmaya başlar. Bir yandan fiziki özellikleri diğer yandan da ruhsal özellikleri de değişmeye başlar. Küfürbaz, sigara içmeden duramayan, kadınları sürekli taciz eden birine dönüşür. Kendisine isim bile verir. artık onun adı Poligraf Poligrafoiç.

Kitapta benim dikkatimi çeken şeylerden kısa kısa bahsedeceğim. Öncelikle ilk dikkatimi çeken şey köpeğe isim verilirken takvim arkasında yer alan isimlerden birinin seçilmesi. Bizde de takvimlerde böyle değil midir? Her takvim yaprağının arkasında hem kız için hem de erkek için isim önerileri bulunur. Aynı onun gibi işte. Bu detayı görünce vay be dedim.

İnsanların sokaktaki hayvanlara yaptıkları eziyetler hem dönem karşımıza çıkıyor. Kitabın başında Şarik insanlar tarafından tekmelendiğinden ve bir aşçının ona kaynar su döktüğünden bahseder. İnsanlar bolluk içerisinde yaşarken kendinden düşük durumda olarak gördükleri canlılara acımasız bir tavır takınırlar. Doktor bile Şarik'i evine alırken bir çıkar gözetir. 

Şarik insanlaşmaya başladıktan sonra çevresi tarafından kısıtlamalara tabi tutulur. Diğeri onu hala onu bir hayvan olarak görmektedir ve üstünde bir iktidar kurmaya çalışırlar. Davranışlarını düzeltmesini söylerken bazen bir köpek gibi bazense bir insan gibi davranmasını söylerler ve Şarik'in bocalamasına yol açarlar. Bir süre sonra baskı altında bırakılan her insan gibi bir patlama evresi geçirir. Şarik'in üzerinde tamamen söz sahibi olma haklarını kaybederler. Kendisine kimlik de çıkartarak bunu güzel bir şekilde gösterir onlara. 

Günümüzde de sıkça gündem bir konu olan hayvanlar üzerinde yapılan deneylerden bahsedilir. Şarik üzerinde bir deney yapan doktor ona ne olacağını umursamaz. Onu ameliyat masasına yatırırken hayvana ne olacağına dair bir düşüncesi yoktur. Önemli olan deneyinin başarıya ulaşıp ulaşmayacağıdır.

 Kitap yazıldığı dönemde yasaklanmıştır. Bunun nedeni ise aslında kitabın bir köpeğin insana dönüşümünü değil de Sovyet rejiminin ideallerini toplum üzerinde uygulamasını eleştirmesidir.  Aç, sefil bir haldeyken doktorun ona verdiği bir dilim ekmeğe muhtaç olan köpek halkı temsil ediyor bir nevi. Doktorun evinde ameliyat zamanına kadar güzel vakit geçirmesi, her gün yüzlerce hasta muayene etmesi ve son olarak da ameliyatı yapması ile bir devrim gerçekleşir. Yapılan ameliyat her ne kadar iyi olsa da hedeflenen amaca hizmet etmemiştir. Bu da halkın devrim sonrası durumunu temsil ediyor.

Kısacası sevdiğim bir kitaptı. Yazarın diğer kitaplarını da okumanın yolunu açtı diyebilirim. Siz de okuduysanız düşüncelerinizi merak ediyorum. Görüşmek üzere... 

Share
Tweet
Pin
Share
7 Comments

 



Kitap: Sula
Yazarı: Toni Morrison
Sayfa Sayısı: 188
Tür: Roman
Yayınevi: Sel Yayınları

Herkese merhaba. Yine bir kitap yorumu için buradayım. Bu aralar buraları fazlaca ihmal etmeye başladım nedense. Hala içimdeki o durgunluk devam etmekte. Ama biraz biraz da olsa aşıyor gibiyim kendimce. 

Bugün farklı bir ülkenin edebiyatına yönelik bir kitap yorumu için buradayım. Amerikan edebiyatı ama Afro Amerikan edebiyatı ile. Her zaman farklı türlerde ve farklı ülkelerin edebiyatlarından kitaplar okumaya dikkat ediyorum ki farklı dünyalara yolculuk edebileyim. 

Dediğim gibi bu defa Afro-Amerikan edebiyatından bir eser okudum. Kitabın ismi Sula. Kitaba ismini veren şey ise kitapta geçen bir karakter. Aslında bize aktarılan çoğu düşüncelerin ve olayların merkezinde yer alan bir karakter. Sanırım bu yüzden yazar kitaba bu ismi vermeyi tercih etmiş. Kitapta birbirinden tamamen farklı düşüncelerdeki ve davranışlardaki kadınlar üzerine kurulu. Kadının erkekle ilişkisi, kadının çevre ile ilişkisi, kadının kendisi ile ilişkisi ve siyah kadının beyaz kadınla ilişkisi. 

Kitapta olaylar belirli bir sıra ile işlenmiştir. Her bölümün başında bir tarih atılıdır. 1910 yılında başlar ve 1960 yılında biter. Yazar olayları bir tarihçi gibi anlatır. Olaylara dışarıdan bakar yani hakim anlatıcı gözüyle.  1919 yılında siyahilerin yaşadığı kasabaya yarı deli bir vaziyette dönen Shadrak ile başlar kitap ve onunla da sona erer. Şöyle bir bakınca aslında bir rolü yokmuş gibi görünse de olayların ilerleyişine istemeden de olsa fazlasıyla katkıda bulunur ve olaylara farklı bir yöne çeker. 

Babasından ve annesinden hiç sevgi görmemiş iki kız çocuk kitabın merkezindedir. Bunlardan biri kitaba da ismini veren Sula diğeri ise onun en yakın arkadaşı olan Nelli'dir. Yalnızlıklarını birbirlerine duydukları sevgi ve arkadaşlıkla aşmaya çalışırlar. Bir bakıma da aşarlar. Çocukluk arkadaşı olan bu kızın yetişkinliğe adım atmaları onların hayatlarında büyük değişiklere yol açar. Sula kasabayı terk eder. Nelli bir adamla evlenir. Yıllar sonra Sula'nın kasabaya dönüşündeyse artık her şey değişmiştir.

Her iki topluluğun da nasıl birbiri le net bir çizgi ile ayrıldığına şahit oluruz. Ne siyahiler beyazlarla iletişim kurmakta  ne de beyazlar siyahilerle herhangi bir yakınlıkta bulunmaktadırlar. Nasıl su ve yağ birbirine karışmaz da bir sınırla da olsa birlikte dururlar. İşte onlar da öyledirler. Siyahilere özel bölgeler vardır ve onlara bir azınlıkmış gibi davranılmaktadır. Yani yoğun bir ırkçılık güdülmektedir. Tabi ki bunda insanların olduğu kadar devletin de payı vardır. Halkı ortadan ikiye bölerek ırklar arasında bir üstünlük ve aşağılık gibi bir durum oluşturulmuştur. Bu da her iki toplumun birbiri ile kaynaşmaya yanaşmaması için de iyi bir nedendir. Hem de insanlar için de bir bahanedir. İki toplum birbiriyle sadece para karşılığı birlikte olan insanlar vasıtası ile iletişim kurarlar. Bu rol de kitapta kadınlara atfedilmiş. Ancak baktığımız zaman bunun dahi çok sık yaşanmadığını görüyoruz. Demek ki her anlamda bir ayrılma söz konusu.

Birbirinden farklı yaşamlara sahip kadınlar büyük bir öneme sahiptir. Kitap kadınlar üzerine kuruludur. Erkekler ise sadece o kadın karakterleri geliştirmek için yan karakterlerde bulunurlar. Her ne kadar önemsiz gibi dursalar da olayların gidişatında büyük rollere sahiptirler. Kimi zaman kadın karakterlerin ileriye kimi zaman da geriye doğru gelişmelerine neden olurlar. Sula ise bu aralıkta sürekli bocalayan bir kızdır. Nelli ise bir dönem bocalar daha sonra kendine uygun bir eş bulup yuva kurunca ve çocuklara sahip olunca ileriye doğru bir gelişme gösterir. ancak hepsinin ilerleyişi ya da gerileyişi birbirlerine bağlıdır. Aralarında birbirlerinin bile farkında olmadığı bir bağ vardır.

Kısacası kitap kadınların hayata olan bakışları ve yaşayışları ten rengine bakmaksızın her yerde ve her tarihte aynıdır. Bir bocalamadır devam eder. Toplum kadınların erkeksiz yaşayamayacağını düşünür. Bu bakımdan kitap bir tokat niteliği görür. Kitaptaki kadınlar kendi ayakları üzerinde durma çabasında olan kadınlardır. Birbirimiz olmadan var olamayız belki ama birbirimize de körü körüne gereğimiz yoktur. Biz kadınlar erkekler olmadan da güçlüyüz. Bir şeyler başarabilmemiz için evet yanımızda birisini isteyebiliriz ama onun olması da şart değildir. Önemli olan kendi kendimize yetebilmemiz.


Share
Tweet
Pin
Share
6 Comments

 


Herkese tekrardan merhaba. Nasılsınız? Bu aralar buralara daha seyrek uğramaya başladım. Nedense içimde bir bezmişlik bir durgunluk bir hiçbir şey yapmama var. Ne elime bir kitap alabiliyorum ne de izlemeye başladığım herhangi bir şeyi bitirebiliyorum. Garip bir his ama bir an önce bitmesini istediğim de bir his. Bitmesi için de yeniden buraya bir yazı yazarak başlatıyorum. Umarım devam ettirebilirim :)


Elektra / Sophokles

Sophokles'in tragedya türünde yazdığı bir oyundur. Ünlü Truva savaşındaki hükümdarlardan birisi olan Agamemnon'un kızı Elektra'nın erkek kardeşi ile beraber kan davası güderek babalarının öldürülmesindeki intikam arayışlarını anlatır.


,

Matilda/Roald Dahl

İngiliz yazar Roald Dahl tarafından yazılan bir çocuk kitabıdır. Kitapta küçük yaştan itibaren kitap okumayı çok seven, ilgisiz bir anne babaya sahip olan ve bu ebeveynlerine çeşitli dersler vermeye kalkan Matilda adındaki kızın hikayesini anlatır.

https://kitap28.blogspot.com/2021/07/matildaroald-dahl.html




Martıya Uçmayı Öğreten Kedi/Luis Sepulveda

Okyanusa dökülen petrol nedeniyle petrole bulanan ve zehirlenen martı Kengah, karaya ulaşmayı başarır ve oradaki bir evin balkonuna ölmeden önce yumurtlar. Ölmeden önce yumurtasını o sırada orada bulunan Zorba adındaki bir kediye emanet eder ve ondan kendisine üç söz vermesini ister. Zorba yumurtayı kesinlikle yemeyecektir ve yedirmeyecektir, yavru doğana kadar yumurtayı sıcak tutacak ve onu koruyup kollayacaktır. Son olarak da martı doğduktan sonra ona uçmayı öğretecektir.

https://kitap28.blogspot.com/2021/07/martya-ucmay-ogreten-kediluis-sepulveda.html





Gölgeler/Zülfi Livaneli

Mustafa Kemal Atatürk, Nazım Hikmet, Cemal Süreya ve daha nice tarihimizde yer alan kıymetli şahsiyetlerin buluşturulduğu bir kitap. Ama kendileri değil, gölgeleriyle bu defa. Üstelik bu gölgeler bu şahsiyetlerin müstear yani takma adlarıyla yer alıyorlar bu kitapta. Kitaba başlamadan önce hangi müstearın kime ait olduğunu da bir liste halinde bize veriyor yazar. Bu kitap aslında başlı başına bir kitap değilmiş. Konstantiniyye Oteli'nin içerisinde yer alan bir bölümün genişletilmiş halidir.





Gizli Bahçe/Frances Hodgson Burnett

Diğer çocuklara hiç benzemeyen ama bir o kadar da o farklılığın ortak paydada buluşturduğu iki küçük, sıska, sevimsiz, suratsız, şımarık kuzenin malikanedeki bahçelerden biri olan gizli bahçeyi keşfederek içinde bulundukları o ruh halinden sıyrılarak çocukluğa dönüşleri anlatılır. Mary Lennox annesini ve babasını hastalık yüzünden kaybeder ve eniştesinin yanına gönderilir. Mary hırçın, kibirli, sevilmeyi ve sevmeyi bilmeyen bir çocuktur. Diğer yanda ise sürekli öleceğini düşünen, şımarık bir çocuk olan Colin'i görürüz. Bu iki kuzeni bir araya getiren ise gizli bahçe ve Dickon'dur. Bu üç çocuğun bazen büyüklerden daha bilgece konuştuğuna bazense ufacık bir çocuğa nasıl dönüştüklerine şahit oluruz kitap boyunca.


https://kitap28.blogspot.com/2021/07/gizli-bahcefrances-hodgson-burnett.html




İnsan Ne İle Yaşar?/Lev Tolstoy




Kızıl Kahkaha/Leonid Andreyev

Kitap, 1904 yılında yapılan Rusya ve Japonya savaşında bir Rus subayının tuttuğu günlükten oluşturulmuş. Ancak günlüğün tamamı yok. Anlatımlar kesik kesik. Ya da net bir tarih atılmamış günlük sayfalarına. Daha sonra bu Rus subayının ölmesi üzerine kardeşi tamamlamış onun yarım kalan günlüğünü. Bu günlükte savaşın tüm yıkıcılığa değinilmiş. Ölen insanların çokluğu ve sayılamaması, toprağın ölen insanların artık kızıl bir renge bürünmesi, ölmek kadar hayatta olup da bu yaşananlara her saniye biraz daha şahit olanların nasıl delirdiği. Hepsi ince ince anlatılmış. 

https://kitap28.blogspot.com/2021/07/kzl-kahkahaleonid-andreyev.html




Kızıl/Stefan Zweig

Tıp öğrenimi görmek isteyen bir gencin büyük kentin gerçekliklerine uyum sağlama ve yetişkinliğe adım atma sürecini anlatır. O zaman kadar ailesinden bir defa dahi ayrılmamış olan genç adam bu birdenbire gelen ayrılık ile bunalımlara girer, kendi hayal dünyasında yaşar. Büyük bir hevesle geldiği bu tıp okulu bile artık onun için bir anlam ifade etmez. Tam da o zor anlarında Kızıl adı verilen hastalığa yakalanan bir kızla tanışmasıyla yeniden hayata döner.



Fahreheit 451/ Ray Bradbury 

Guy Montag bir itfaiyecidir. Televizyonun hüküm sürdüğü kitaplarınsa itfaiyeciler tarafından yakıldığı bir dünyada yaşamaktadır. Bir gün yeni komşusu Clarisse ile tanışmasıyla hayatında bazı şeyler değişmeye başlar. Her gün umarsızca yaktığı o kitapların değerini artık daha iyi anlamaya başlar. Yaptığı işi sorgulamaya başlar. Baş kaldırır mevcut düzene. Ancak koskoca dünyada onunla birlikte baş kaldıracak başkaları da var mıdır? Yoksa onu böcek gibi ezecekler midir?

 


Share
Tweet
Pin
Share
5 Comments
Newer Posts
Older Posts

İzleyiciler

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Hakkımda

Merhaba! Bloğuma hoş geldiniz ben Gizem. Türkçe Öğretmeniyim. Bu blogda izlediğim animelerin, dizilerin, filmlerin ve okuduğum kitap ve dergilerin incelemelerini paylaşacağım. Şimdiden keyifli okumalar.

Kategoriler

  • Anime (2)
  • Blogger Kitap Kulübü (1)
  • Blogları Canlandırma Projesi (5)
  • Film İncelemesi (6)
  • Kitap İncelemesi (25)
  • Okuduklarım (7)
  • Çocuk Kitapları (7)
  • Öykü (3)

Blog Arşivi

  • Temmuz 2023 (1)
  • Ocak 2023 (2)
  • Aralık 2022 (1)
  • Ekim 2022 (1)
  • Eylül 2022 (1)
  • Ağustos 2022 (4)
  • Temmuz 2022 (1)
  • Eylül 2021 (1)
  • Ağustos 2021 (6)
  • Temmuz 2021 (7)
  • Haziran 2021 (5)
  • Mayıs 2021 (11)
  • Nisan 2021 (7)
  • Mart 2021 (6)

Created with by ThemeXpose