Okumaya
verilen önemin dile getirildiği kitaplar her daim ilgimi çekmiştir. Özellikle
de bu kitaplarda geçen olaylar ve karakterler de gerçekse o kitabı okumak
tadından yenmez.
Bu
kez yaptığı işlerle değil Ürgüp’te tüm bir dünyada ses getiren bir adamın öyküsüne
bakacağız sizlerle. İsmi Mustafa Güzelgöz.
Mustafa
Gözelgöz 1940’lı yıllarda Ürgüp’te yaşamış ve sırf halk okusun ve cahil
kalmasın diye eşeklerle köylülere kitaplar taşıyan bir kütüphanecidir. Tabi
daha o zaman bir kütüphaneci değil senin benim gibi halktan bir insandır o da.
Bizden farkıysa insanların kitap okuması, bilgi sahibi olması, kendini
geliştirmesi için durmadan çabalaması. Düşünsenize 1940’lı 50’li yıllar. İnsanlar
cahil. Ama sor bakalım neden cahil. O dönemde yaşayan devlet görevlileri halkın
okuyup da bilgilenmesine karşı. Çünkü böylesi onların da işine geliyor,
kafaları daha rahat. Köy enstitüleri kapatılmış, halk odaları kapatılmış. Kısacası
halk nasıl cahil kalır diye uğraşılmış neredeyse. Tabi bir de dinci kesim var. Halkın
beynini olmadık şeylerle bulandıran, helali haramı kendisi belirleyen o kesim. Halksa
inanıyor bunlara tabi. Okuma bilmez yazma bilmez. İnsanları olmadık olmadık
şeylere inandırmak daha kolay.
Sadece
bir kütüphaneci değildir Mustafa Güzelgöz. Aynı zamanda ilçede, köylerde futbol
takımları kurar. Onları eğitir. Hatta maçları
dahi kazanırlar. Ankara’ya İstanbul’la gider, oradaki hemşerilerine mektuplar
yazar. Yardımlar ister. Kendisi için değil sırf halk gelişsin diye. Üst makamlar
çıkar. İlçeye köylere kütüphane açmak için elinden geleni yapar. Açar da. Sadece
erkeklerin ve çocukların değil kadınların da kütüphaneye gelmesi için çabalar. Belki
de beni en çok etkileyen yer burasıdır. Kadına verilen değer. Okusun, yazsın,
bilgilensin diye. Kadınlar için kütüphanelere gelsinler diye ayrı gün ayarlar. Kütüphanede
sadece kitap değil de farklı işler yapmak için araç gereçler bulur. Dikiş
makinaları getirtir. Kumaşını alan kadın da koşar böylece kütüphaneye. Makinalar
yetmez. Yetmeyince de sıralar oluşur. Verir sıradaki kadınların eline kitabı. Böylece
kadınlar da kitap okumuş olur. Halıcılık kursları başlatır. Yörede yetişen
üzümlerden pekmez, şarap yapılsın diye bu işlerle ilgili kitaplar bulur
getirtir. Halk kalkınır. Refah seviyesi artar. Kısacası halk gelişsin,
kalkınsın, kendi kendine yetebilsin diye elinden ne geliyorsa yapar. Tabi onun
bu faaliyetleri kiminin hoşuna gitmez kiminin gider. İnsan bu kendisinin
üstünlüğünü kaybedeceği bir şeyi ortadan kaldırmaya bayılır.
Kitap
ayrıca birbirine düşman bilinen iki ülkenin o küçücük şehirlerinin birbirlerinin
kardeş şehri olmalarına da değiniyor. Bu konuda biraz araştırma yaptım ama net
bir bilgi edinemedim maalesef. Ancak ben kitapta geçenden biraz bahsedeceğim. Yunanistan
ve Türkiye arasında yıllardır süren bir barış bir savaş durumu var. O dönemler
savaş sonrası Anadolu’da yaşayan Rum aileler göç ettirilerek Balkanlardaki
ülkelere yerleştirilmişler. İşte kitabın asıl başlangıç yeri burasıdır.
Dimitrios aile büyüklerine hem su ve toprak götürmek hem de yaşadıkları yeri
Ürgüp’ü görmek için yollara düşer Yunanistan’dan. Ürgüp’e gelir. Ancak Mustafa
Amca’nın oğlu Aziz onu çok misafirperver bir şekilde karşılar. Evinde ağırlar. Yemekler
yedirir. Dimitrios yörenin yemeklerine bayılır. Özellikle de yoğurt ve pekmeze.
Yöredeki köyleri birlikte ziyaret ederler. Öyle ki halk da sever onu. Kendileri
gibi görürler. Dimitrios köyü öyle çok sevmiştir ki adeta o da artık bir
Ürgüplüdür artık. Refik Başaran adında bir halk ozanı vardır. Mustafa Güzelgöz
adeta onun en büyük hayranıdır. Ülkesine dönerken onun türkülerinden götürür. Oradaki
herkese sevdirir. Öyle ki Yunanistan’dan gelen o ziyaretçiler Refik Başaran’ın
türkülerini seslendirirler en başta da Dimitrios. İki kültür içli dışlı olur. Yeniden
barış girer aralarına. İnsan imrenmeden geçemiyor insanlar arasındaki o kardeşliğe.
Kısacası
okumak için geç kaldığım bir kitaptı. Ama iyi ki de okumuşum. Belki de kendi
memleketim olduğu için bu kadar etkilenmişimdir. Oraların şimdiki ve eski
hallerini karşılaştırınca hala aynı olduğunu bilmek ne kadar güzel. Fakir Baykurt’un
yazdığı son romanmış benimse ilk okuduğum Fakir Baykurt romanı. Son olmaması
dileğiyle.
Çok güzel bir hayat öyküsü emeğine sağlık
YanıtlaSilTeşekkür ederim, kendim etkilendiğim ve değer verdiğim şeyleri insanlarla paylaşınca böyle tepkiler almak hoşuma gidiyor :)
Sil