2. Bölüm
Alper o sabah yatağından kalkmadan hemen
önce gece başında toplandıkları mumyayı
düşünmeden edemedi. Acaba satsa ne kadar para ederdi o mumya? Çok da
değerli şeyler vardı üzerinde. Şu Alp de amma saf adamdı. Kim bir mumyayı açmak
için uğraşırdı ki? Kendisi olsa kimseye haber vermez, mumyayı da satar zengin
olurdu. Ama kendisinin de işine gelmemiş değildi hani. Ne yapsa da mumya
kendisine kalsa diye düşünüp duruyordu. Ama işte bilmiyordu ki bunu düşünen
sadece kendisi değil.
Ahmet de mumyanın boynundaki değerli
taşlardan yapılmış olan o gerdanlığın kimde olduğunu merak ediyordu o sabah
kahvaltısının başında çayını yudumlarken. Herkes oradaydı. Kim yapardı ki?
Kendisi de yapmak istemişti nedense bir an. Ama biri ondan önce davranmıştı.
O sıralarda Cevdet ise kitaplar arasında
kaybolmuş buldu kendini. Bir hiyeroglif vardı lahitin üzerinde ve hepsini
okuyamamıştı. O yüzden bir sürü araştırmak yapmak için işe koyulmuştu.
Dolayısıyla kolye pek de umrunda değildi. Belki de sadece öyle davranıyordu.
Kim bilir?
Kahramanımız o sabah çok yorgun uyandı.
Sonuçta öğlene kadar uyumayı planladığı uykusu gecenin bir yarısı beklediği bir
anda mahvolmuştu. Yataktan kalktı. Ayaklarını sürükleyerek lavaboya gitti.
Aynanın karşısına geçti ve kendine baktı. Yıllar onu pek de yaşlandırmamıştı ama
sakalları oldukça uzamıştı ve çok dağınık duruyordu. Sakallarına rağmen 27
yaşında gibi gösteriyordu hala. Gözlerinin altlarının mor olduğunu fark etti.
Ayrıca şişmişti de. Yüzünü yıkadı hızlıca. Acaba kahvaltıda ne var diye düşündü
hemen. Acıkmıştı. Yüzünü kuruladıktan sonra aşağıya indi. Etrafta kimsecikler
yoktu. Karısı işe gitmiş olmalıydı. Sahiden bugün günlerden neydi. Masanın
üstüne baktı, takvim 24 mayısı gösteriyordu. O en midesinden bir gurultu
yükseldi. Bir an önce bir şeyler yemeliydi. Kendine bir kahve yaptı ve dolapta
ne varsa kendine bir kahvaltı hazırladı. Kahvaltısını yaparken bir yandan da
gazetesini okumaya başladı. İlk sayfada pek de ilgi çekici bir haber yoktu. Her
zamanki şeyler. Ekonomi, siyaset, eğitim…bir sayfa daha çevirdi ve işte o an
gözüne bir şey takıldı. Fotoğraftaki adam tanıdık geliyordu. Fotoğraftaki adam
daha gece konuştuğu, sohbet ettiği, beraber mumyayı incelediği eski dostu
Alp’ti. Gözlerine inanamadı. Bu doğru olamazdı. Gözünü kapattı birkaç saniye
sonra yavaşça geri açtı. Yetmedi kolunu çimdikledi. Ama fotoğraf hala oradaydı
işte. Oradan bakıyordu ona. Haberi okumaya başladı. Haberin başlığı şöyleydi:
Ünlü Arkeolog Alp Tezcan bugün sabah saatlerinde evinde ölü olarak bulundu.
Haberin devamını hızla okudu.
‘’Ünlü arkeolog Alp Tezcan bugün sabahın
erken saatlerinde evinde göğsünden vurulmuş olarak bulundu. Yapılan tüm
müdahalelere rağmen Tezcan kurtarılamadı. Sağlık ekipleri zaten çok kan
kaybettiğini onlar geldiğinde çoktan son nefesini vermek üzere olduğunu
belirtti. Polis soruşturmaya başladı. Tezcan’ın kim ya da kimler tarafından
öldürüldüğü henüz bilinmiyor. Olay yeri inceleme ekipleri ilk incelemeyi
yaptılar. Tezcan’ın ölüm nedeni yapılan otopsiden sonra kesinlik kazanacak.’’
Haberi tekrar tekrar okudu. Yetmedi emin
olmak için Alp’i aradı. Ama telefon çalmasına rağmen açan olmadı. Gidip kendi
gözüyle görmeliydi. Yukarıya koşarak çıktı ve dolapta ne bulduysa üzerine
geçirip kendini sokağa attı. İnanamıyordu resmen. Tamam uzun süre
görüşmemişlerdi bu kadar tepki göstermesi normal olmayabilirdi ama sonuçta kaç
yıllık arkadaşıydı.
Alp’in evine vardığında kapıda sarı şerit
üzerine yazılmış girilmez yazısını gördü. Demek ki haber gerçekti. Kapıya
yaklaşmaya başladı yavaşça. Tam sağ elini kapı koluna uzatmıştı ki bir polis
memuru onu durdurdu. Buraya giremeyeceğini orasının olay mahali olduğunu
söyledi. Kendisinin kim olduğunu ve burada ne işi olduğunu sordu. Hemen kendini
tanıttı. Alp’in eski bir arkadaşı olduğunu söyledi. Polis memuru onunla
birlikte gelmesini istedi. Ona çeşitli sorular sormak istiyordu.
İfadesini verirken oldukça endişeliydi. Bu
polis memurunun dikkatinden kaçmamıştı. Göz ucuyla onu izliyordu. Dün gece
yaptıkları şeyler ortaya çıkmalı mıydı? Ne kadarını anlatmalıydı polis
memuruna? Acaba yaptıkları şeyler yasal mıydı? Ya diğerleriyle ifadesi
çelişirseydi? Sonuçta birbirlerini ilk defa görmüşlerdi. Kimin ne kadarını
anlatacağı konusunda hiçbir fikri yoktu. Neyse ki verdiği cevaplarda sesi
tedirgin edici bir şekilde çıkmamıştı ve polis memuru hiçbir şeyi çakmamıştı.
Polis memuru ona bir şey göstereceğini, bu göstereceği şeyi daha önce görüp
görmediğini sordu. Alp’in yanında bir adet taş bulunmuştu. Polis memuru taşı
getirdiğinde hayretler içerisinde kaldı. Bu dün gece kaybolan gerdanlığın bir
taşıydı. Ama asıl soru oraya nasıl gelmişti? Polise dün geçen olayları
anlatmalıydı. Belki de katili bulmaları için bir ipucu bulmalarına yardım
ederdi. Sonuçta arkadaşı öldürülmüştü, kendisi de hiç beklemediği bir anda bir
kurşuna kurban gidebilirdi.
Polise olup biteni anlatıp evinin yolunu
tuttuğu sırada yalnız olmadığını hissediyordu. Etrafı kolaçan ederek gidiyordu.
Arkasında birinin varlığını hissetti. Birden arkasını döndü. Sanki birisi onu
takip ediyormuş gibi bir hisse kapıldı. Ama etrafta kimsecikler yoktu. Sadece rüzgârda
yapraklarının çıkardığı hışırtıyla sallanan ağaçlar vardı. Belki de sadece
hayal görmüştü. Ceketini düzeltti ve önüne dönüp yürümeye devam etti.
Eve geldiğinde karısı hala gelmemişti.
Demek ki daha işleri bitmemişti. Başı bayağı dolu olmalıydı. Yoksa çoktan bu
saate gelmiş olurdu. Karısı çalışırken kendisinin çalışmaması çok hoş bir durum
değildi. Sonuçta tüm yükü onun omuzlarına bırakmamalıydı. En azından evdeki
işlere yardım edebiliyordu. Bu da hiç yoktan iyiydi.
Yukarı çıktı. Üzerini değiştirdi ve daha
rahat şeyler giydi. Aşağıya mutfağa inip kendisine sert bir kahve yapıp koltuğa
gömüldü. Belki bu kahve biraz olsun uykusunun açılmasına yardımcı olabilirdi.
Gazete hala masada duruyordu. Sanki Alp oradan kendisine bakıyordu katilimi bu
dercesine. Kahvesini yudumlarken aklına birden mumya geldi. Mumyaya ne olmuştu
acaba? İşte bunu hiç düşünmemişti şimdiye kadar. O böyle mumyayı düşünürken
işte o anda karısı geldi içeriye. Çok bitkin görünüyordu. Bugün çok iş vardı
demek ki başında. Duş alıp hemen uyuyacağını söyledi ve iyi geceler diyerek
yukarıya çıktı. Acaba gazetedeki haberi görmüş müydü? Yoksa görmemiş miydi?
Büyük ihtimalle görmemişti çalışmaktan. Anlatıp anlatmamak konusunda kararsız
kaldı. Karısı zaten yorulmuştu. Bir de bunları anlatıp onun kafasını daha da
yormamalıydı.
Karısı uyuduğu için doğal olarak akşam
evde yemek yapan olmamıştı. Kendisi de hiç beceremezdi zaten. Sanırım yine
dışarıdan bir şeyler sipariş etmek zorunda kalacaktı. Dışardan yemeyi hiç
sevmezdi. Aslında iştahı da yoktu. Sırf bir şeyler yemek için yemek yiyecekti.
Alp’in ölümü onu derinden sarsmıştı. En iyisi uyumak diye düşündü. Belki de
uyuyunca her şey geçerdi. Yukarıya çıktığında karısının uyumamış olduğunu
gördü. Yatağa gömülmüş kitap okuyordu. Acaba ne zamandır bu kitabı okuyordu hiç
bilmiyordu. İşte o an son günlerde karısıyla arasının çok da iyi olmadığını
fark etti. Acaba ne kadar süredir böyleydiler? Hiç bilmiyordu. Sessizce
terliklerini çıkarıp karısının yanına uzandı. Onu rahatsız etmek istemiyordu.
Başını yastığa koyup gözlerini yavaşça kapattı. O günü düşünmemeye çalışarak
derin bir uykuya daldı.
Ertesi sabah gözlerini açmakta yine
zorlandı. Erken bir saatte uyumuştu. Başı çatlarcasına ağrıyordu. Başını zor
bela kaldırabildi yastıktan. Yan tarafında bir boşluk olduğunu fark etti.
Karısı işe gitmişti sanırım. Saat kaçtı acaba? Sol eliyle komodinin üstünü
yokladı. Saat eline geldi. Göz hizasına
kaldırıp baktı saate. Saat onu çoktan geçmişti. Yavaşça kalktı yatağından.
Etrafına bakındı. Acaba terlikleri neredeydi? Etrafta terliklerini ararken
terliklerinin giysi dolabının orda olduğunu fark etti. Acaba terlikleri oraya
nasıl gitmişti. Terliklerini giydi yavaşça. Lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı
ve aşağıya indi. Her zamanki gibi kendisine sert bir kahve yaptı ve gazetesini
eline alıp okumaya başladı. Üçüncü sayfaya geldiğinde ise duraksadı. Tanıdık
bir yüz vardı sayfada. Sanırım bu geçen gece gördüğü adamlardan biriydi. Haberi
okumaya başladı hızlıca. İsmi Alper’di. Bugün sabahın erken saatlerinde evinde
silahla vurularak öldürülmüştü. Söylenenlere göre yanında delil olarak küçük
bir taş bulmuşlardı. Kimsenin etlisine
sütlüsüne karışmayan bir adammış yazılanlara göre. Aklına bir soru takıldı.
Acaba bu ölüm haberinin Alp’in ölümüyle bir ilgisi var mıydı? Olaylar aynıydı.
Her ikisi de silahla göğsünden vurulmuştu.
Her ikisinin de yanında birer tane değerli olduğu düşünülen taşlar
bulunmuştu. Üstelik bu değerli taşlar, o
gece mumyanın boynundan çalınan gerdanlığa aitti.
İşin aslını öğrenmek için olay yerine
gitmeyi düşündü ama dikkat çekebilirdi. Ayrıca adresi de bilmiyordu zaten.
Acaba adresi nereden öğrenebilirdi? Adamı daha ilk defa o gece görmüştü. Bir
daha görüşmeyiz diye de birebir tanışma gereği duymamıştı. Polis merkezine
gitse durumu izah etse öğrenebilir miydi acaba? Yok yok olmazdı. O zaman kesin
kendisinden şüphelenirlerdi. En iyisi susmak ve bu işi kendi başına
halletmekti. Ama ya sıra kendisine geliyorsa? En iyisi geriye kalan iki kişiyi
de bulup bu konu hakkında olan bitenleri onlara anlatmaktı. Sonuçta onlar da
tehlikede olabilirlerdi. Peki nasıl ulaşacaktı onlara? İsimlerini bile
bilmiyordu. Alp illa ki yazmıştır bir yerlere diye düşündü. En iyisi Alp’in
evine gizlice girip evi aramaktı. Belki oradan adreslere ulaşabilirdi.
O gün akşamı bekledi eve girmek için.
Akşam olunca elinde bir maymuncukla pencere kenarlarını zorlamaya başladı.
Sıkışmıştı sanırım. Bayağı uğraşması gerekiyordu. Pencereyi açmaya çalışırken
bir yandan da ara ara etrafı kolaçan ediyordu. Sonra birden pencere büyük bir
gürültü çıkararak açıldı. Korkmuştu. Etrafına bakınmaya başladı. Acaba bu sesi
duyan birileri olmuş muydu? Etrafını hızlıca kolaçan etti. Kimsecikler yoktu
ortalıkta. Derin bir nefes aldı. İyi ki kimse duymamıştı. Bir de onlarla
uğraşmak istemiyordu. Sağ ayağını pencereden içeriye atarak içeri girdi
hızlıca. Pencereyi de arkasından kapattı fark edilmemek için. İçerisi oldukça
karanlıktı ve ölüm sessizliği halimdi eve. Işıkları açamazdı. O yüzden evden
getirdiği mini boy el fenerini çıkarıp yaktı. Küçük bir şeydi ama işini
görürdü.
Etraf oldukça dağınıktı. Hemen ufak ufak
aramaya başladı etrafı. Kitapların arasına baktı, defterlerin sayfalarını
karıştırdı ama en ufak bir ipucuna rastlamadı. Alt kata bakmaya karar verdi bir
de. Orada gizli bir odası vardı. Sadece ikisi biliyordu. Mumyayı da oraya
koymuştu büyük ihtimalle. Kapı nasıl açılıyordu ki? Etrafına bakınırken işte o an
hatırladı. Duvardaki Van Gogh tablosunun altında bir düğme vardı. Tabloyu
hafifçe kaldırdı. Duvarı eliyle yoklayarak düğmeyi buldu ve bastı. Duvar
yavaşça hareket ederek iki kişinin geçebileceği kadar açıldı. Kapıdan süzülerek
geçti. Etrafta hiç ışık yoktu yine. El fenerini gezdirmeye başladı yavaşça.
Evet işte mumya oradaydı. El fenerinin cılız ışığı mumyanın yüzüne düşüyordu. Ama
bir değişiklik vardı sanki. Dikkatlice bakınca mumyanın üzerindeki bütün
değerli mücevherlerin yok olduğunu fark etti. Hepsi gitmişti. Kim ya da kimler
çalmıştı onları? Demek burayı bilen başkaları da vardı. Etrafına iyice
bakınmaya devam etti. İşte o anda mumyanın yanında küçük bir defter gözüne
ilişti. İçini açtığında birkaç telefon numarası ve adresle karşılaştı. Kendi
ismi de vardı bunların arasında. İşte diğerlerinin numaraları da buradaydı. Diğer
iki kişinin isimleri Ahmet ve Cevdet’ti. Telefon numaraları vardı. Acaba arasa
mıydı? Yok yok telefonla anlatılacak bir konu değildi bu. Defteri aldı ve
adresleri bulmak için geldiği pencereden çıkarak karanlıkta kayboldu.
İlk adres bulunduğu yerden beş sokak
ötedeydi. Yürüyerek gidecekti. Arabası vardı ama genelde karısı işe gitmek için
kullanırdı. Hızlı hızlı yürümeye başladı. Oraya ne kadar hızlı giderse belki de
olacakları o kadar çabuk engellerdi. Bir anda koşmaya başladı. Ya çoktan Ahmet
de diğerleri gibi öldüyse. Ya orda katille karşılaşırsa. İşte burasını hiç
düşünmemişti. Ama ne olursa olsun gitmeliydi Ahmet’in evine. Beş sokak sonra
adresi çıkardı cebinden. Bulmak hiç de zor olmamıştı. Çünkü mahallede hemen
göze batıyordu o kadar büyük binalar arasında. Tek katlı, duvarları gri renkte,
iki küçük penceresiyle oldukça küçük bir evdi.
Bahçe kapısını yavaşça itti. Büyük bir gıcırtıyla açıldı. Sanırım uzun
süredir yağlanmamıştı. İçeriye girince aynı gıcırtıyla geri kapattı kapıyı.
Evin kapısına geldi. Üç kez vurdu kapıya ama açan olmadı. Uyuyor olmalıydı.
Vakit çoktan gece yarısını geçmişti. Kapıyı tekrar tekrar çaldı ama yine de
açan olmadı. Bu işte bir terslik vardı. İyice meraklanmıştı. Cebindeki
maymuncuğu çıkararak kapıyı zorlamaya başladı. Birkaç defa denedikten sonra
kapıyı açmayı başardı. Ama içeride hiç ışık yoktu. Ahmet’e seslendi birkaç defa
ama içeriden herhangi bir yanıt alamadı. İyice endişelenmeye başlamıştı. Yavaş
yavaş ilerledi dar ve uzun koridorda. Biraz ilerledikten sonra sağdaki ilk
odadan ışık geldiğini fark etti. Yavaşça yaklaşıp odanın içine baktı. Ahmet
televizyonun karşısındaki koltukta oturmuş at yarışı izliyordu. Tam ‘’Ahmet
sana kaç defa seslendim bana neden cevap vermiyorsun’’ diyecekti ki işte o anda
bir terslik olduğunu anladı. Yavaştan yaklaştı Ahmet’in yanına. Ahmet’ten hala
bir tepki yoktu. Yanına tamamen yaklaştığında fark etti Ahmet’in o bembeyaz
olan gözlerini. Ölmüştü. Çığlık atmamak için kendini zor tuttu. Birisi onu
göğsünden vurmuştu. Çok acı çekmemişti sanırım. Çünkü vurulduğu gibi aynı
pozisyonda kalmıştı. Kim yaptıysa temiz iş yapmıştı. O an gözüne parlayan bir
şey çarptı Ahmet’in yanında. Dikkatlice baktığında bunun bir tür taş olduğunu
fark etti. Bir yerden tanıdık geliyordu am nerden. Tabi ya Alp ve Alper’in
yanında da buna benzer taşlar bulunmuştu.
Yetişememişti. Kurtarabilirdi onu ama
yapamamıştı. O an bir şey unuttuğunu fark etti. Katil hala evin içinde
olabilirdi. Eline masanın üzerinde duran boş vazoyu aldı ve evi kolaçan etmeye
başladı. Zaten topu topu iki odası vardı. Kapı arkalarına, dolapların içine,
kısaca her yere baktı ama evin içinde başka kimse yoktu. Oradan bir an önce
çıkması gerekiyordu. Yoksa polisler sabah geldiğinde onu suçlu bulabilirlerdi.
Alel acele kapıya koştu. Parmak izi kalmış
mıydı acaba herhangi bir yerde? Tabi ya taşa dokunmuştu. Hemen içeriye geri
dönüp taşı ceketinin koluyla sildi ve bulduğu yere geri koydu. Sonra ardına
bile bakmadan oradan uzaklaştı.
Çok heyecanlı geçti, devamını bekliyorum en kısa sürede gelmesi temennisiyle. Teşekkürler
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. İlk deneyimlerim beğenmenize sevindim :)
SilDevamını bekliyorum😊
YanıtlaSilBu kadar merak etmeniz çok hoşuma gitti. En yakın zamanda devamı gelecek :)
SilBlogunuzu takipteyim bloguma beklerim.
YanıtlaSilTeşekkür ediyorum, ben de sizi takip ediyorum :)
Sil