Powered By Blogger

Okuyan Koala 🐨

 


Film: Fanaa

Yönetmen: Kunal Kohli

Süre: 168 dk

Oyuncular: Kajol

                               Aamir Khan

                                 Rishi Kapoor

                   Tabu

                               Kirron Kher

 

Herkese yeniden merhaba. Yeni bir Blogları Canlandırma Projesi teması ile sizlerleyim. Bu ayki temamız ''Hindistan'' dı. Biz de bu tema kapsamında Hindistan ile ilgili film, dizi izleyip ya da kitap okuyoruz. Böylece her ay farklı bir temayla yepyeni şeyler öğrenip yeni dünyaların kapısını açıyoruz. 

Ben ise bu tema için bir film izlemeye karar verdim. Bu film ise Aamir Khan'ın çok bilinen ve sevilerek izlenen ama bir o kadar da duygusal olan filmi Fanaa. 

Konusu aslında çok kilişe gibi durabilir herhangi bir film sitesine girip konusunu okuduğunuz için. Ben birçok keşfedilmeyen filmin bu yüzden fazla izlenmediğini düşünüyorum. Bu filmin de konusunu okuduğunuzda aa çok sıkıcı duruyor diyebilirsiniz ama dolu dolu geçen bir 168 dakika sizi bekliyor diyebilirim. Zooni (Kajol) doğuştan görme yetisi olmayan bir kızdır. Bir gün arkadaşlarıyla bir iş için bulunduğu yerden ayrılır. Bu iş ona aslında bir aşkın kapılarını da açar. Bir gün gittikleri yerde bir tura çıkarlar ve orada tur rehberi olan Rehan (Aamir Khan) ile tanışır. Zamanla ona aşık olur. Ancak bir gün göz ameliyatı olacağı gün bir patlama olur ve Rehan ölür. buraya kadar filmin ilk kısmıdır. İkinci kısımda ise aradan yıllar geçmiştir ve Rehan direnişçiler arasındadır. Aslında ölmemiştir. İşi gereği bunu yapmak zorunda kalmıştır. Bir gün ölmek üzereyken tekrar Zooni ile karşılaşır. Ancak Zooni daha önce onun yüzünü görmediği için onu tanıyamamıştır. Sizce birbirlerine tekrar kavuşacaklar mıdır? Zooni Rehan'ı hatırlayacak mıdır?


Film her şeyiyle güzel ama eksikleri de bol bol var. Özellikle de Aamir Khan'ın canlandırdığı karakter olan Rehan biraz daha detaylı ve canlı bir şekilde bize gösterilebilirdi. Sonuçta başrol ve onu her şeyiyle tanımak istiyoruz. Ama karakter yönetmen tarafından bize biraz silik aktarılmış. Küçük boşluklar bırakılmış. Tamam kitaplarda okuyucuya yazar bu şekilde boşluklar bırakır ama iş filmde olunca biraz garip oluyor. Rehan'ın biraz daha öne çıkmasını beklerdim açıkçası. Belki de kadın başrolün ödül alırken erkek başrolün ödül alamamasındaki neden de yönetmenin karakteri bize silik vermesidir.

Filmin müzikleri ise öyle yerinde ve kulağa öyle hoş geliyor ki. O dili bilmeseniz bile ezgiler sizi alıp götürüyor. Filmden sonra açıp açıp dinliyorsunuz istemsizce ve her dinlemede aynı duyguyu veriyor. İnsanın tüylerini diken dike ediyor.

Filmi izlemek aklınızdaysa Türkçe altyazılı olarak izlemenizi tavsiye ederim. Dublaj olan filmlerde sanki o filmi değil de başka bir şey izliyormuş gibi hissederim ben. Karakterlerin gerçek sesini duymak filmi daha etkileyici hale getiriyor ve olayların içindeymiş gibi hissetmenizi sağlıyor.

 Film ayrıca geçmişten günümüze güncelliğini yitirmeyen bir konuya da değiniyor: Keşmir meselesi. Tarih derslerinde de belki duymuşsunuzdur. Pakistan ve Hindistan ülke olduğundan beri aralarında bir çatışmaya neden olmuştur. Her ülke de elde etmeye çalışmıştır ancak günümüzde halen özerktir. Film 2006 yılında yapıldı ama o zamandan bu zamana değişen bir şey yok. 

Kısacası savaşıyla, bombasıyla, aşkıyla, müzikleriyle ayrı bir filmdi. Tekrar izler miyim bilmiyorum ama. izlemek isterim. Her izlemede yeni bir yönünü görürüz sonuçta. Güzel bir filmdi. Umarım sizler de severek izlersiniz. Görüşmek dileğiyle...




Share
Tweet
Pin
Share
18 Comments

 


Kitap: Kızıl Kahkaha

Yazar: Leonid Andreyev

Sayfa Sayısı: 80

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları


Herkese merhaba. Birkaç gündür buralarda yoktum. Nedense kitap okumak içimden bir türlü gelmedi. İzlediğim animeler de bitti. Yeni bir tanesine daha başlamak var aklımda bugün. Onun dışında dizi izlemeye de başladım. Ama bu aralar İngilizce çalışmamı aksattım nedense. Bu dili öğrenerek farklı ülkelere seyahat etmek istiyorum. En azından kendimi rahatça ifade edebilmeliyim ki bir anlam kazansın değil mi?  Bir sürü işim de var tabi. Sağlık raporu almam gerekiyor ama kan verme fikri beni aşırı derecede korkutuyor. Fazla sözü uzatmadan kitabı tanıtmaya geçiyorum.

Kitabın konusuna kısaca değinelim. Kitap, 1904 yılında yapılan Rusya ve Japonya savaşında bir Rus subayının tuttuğu günlükten oluşturulmuş. Ancak günlüğün tamamı yok. Anlatımlar kesik kesik. Ya da net bir tarih atılmamış günlük sayfalarına. Daha sonra bu Rus subayının ölmesi üzerine kardeşi tamamlamış onun yarım kalan günlüğünü. Bu günlükte savaşın tüm yıkıcılığa değinilmiş. Ölen insanların çokluğu ve sayılamaması, toprağın ölen insanların artık kızıl bir renge bürünmesi, ölmek kadar hayatta olup da bu yaşananlara her saniye biraz daha şahit olanların nasıl delirdiği. Hepsi ince ince anlatılmış. 

Kitabın ismine Kızıl Kahkaha denmesinin nedeni ise şudur.  Ölen ya da bir şekilde yaralanıp sakat kalan insanların kanı toprağı kızıllaştırmıştır. O kızıllık her bir silah patladığında, bir yere bir bomba düştüğünde ya da bir insandan kan aktığında her defasında adeta bir kahkaha atar gibidir insanlığa. İnsanlığın birbirine verdiği her zararda biraz daha coşar ve onların birbiri ile olan kavgalarını izledikçe de kahkahası daha da şiddetlenir. 

Yazar savaşı farklı taraflardan ve farklı insanların gözlerinden anlatmış. Biri dediğimiz o Rus subayı diğeri ise onun kardeşi. Biri savaşın içinde bire bir bulunmuş diğeri ise savaşın en yakınına verdiği tahribatı birinci gözden deneyimlemiş. Birinin gözünden cephenin yıkımını, diğerinin gözünden şehrin yıkımını görürüz. İlk sayfalarda bir zombi sürüsüne benzeyen askerleri görürüz. Bu askerler üniformalarını giydikleri andan itibaren farklı bir şekle bürünmüşlerdir. Ruhlarını artlarında bırakmışlardır. Savaş alanında da son kalan ruh parçacıklarını da kaybederler ve tek tip insana dönüşürler. Akıl sağlıklarını da kaybederler. Ruhu olmayan bir eşya halindedirler. Evet kalpleri vardır. Peki ya akılları? Savaşın her iki tarafa da verdiği yıkımı görüp değerlendiremeyecek kadar da mı yoktur akılları? Şüphesiz.  Belki o zamanlar daha farklıydı. Ancak günümüzde de durum aynı. Savaşlar kayıplar, insanlar, akan kanlar... Zaman farklı ancak durum aynı.

Bu defa okuduğum kitap okurken fazlasıyla beni rahatsız etti. Bu nedenle herkese öneremem. Özellikle savaş sahnelerinin betimlenişi ve insanların yaralanışı ve özellikle de dış görünüşlerinin betimlenişi fazlasıyla rahatsız edici ancak bir o kadar da gerçekçi. Yazar sanki bir savaş anının içinden bize yazıyor gibi. Öylesine gerçek yani. Savaşın insan üzerindeki etkisi tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriliyor. Böyle savaşı bize net bir şekilde yansıtan ve insanların gözünden de güzel bir şekilde yansıtan bir kitap bulmak oldukça zor. Ya yazarlar bu konu üzerine yazmaktan kaçınıyorlar ya da yazdıkları eserler bu kadar net olmuyor. Tabi yazar anlatmaya anlatıyor ancak dilini anlamak biraz da zor açıkçası. Anlatımın kimin ağzından yapıldığını yer yer anlamakta zorluk da çekiyoruz. Bu da kitabı okurken olaylar ve durumlar arasındaki bağlantıyı yer yer kaçırmamıza da neden oluyor.  

Etkileyici bir kitap. Savaşı her anlamda tatmış bir insanın gözünden bizlere yol gösterir de gibi. Savaşın verdiği hasara bakarsak insanlığın eline ne geçmiştir. Hiçbir şey. Her devirde sürmüş hatta hala da devam eden savaşlar. dedim ya zaman farklı ama yaşananlar aynı. Üstelik bir hiç uğruna. Şöyle düşünüyorum da dünyanın farklı yerlerinde hala insanlar savaş halinde. Kızıl Kahkaha her yerde. Ve her geçen gün daha şiddetle.
Share
Tweet
Pin
Share
6 Comments

 



Kitap: Gizli Bahçe

Yazar: Frances Hodgson Burnett

Sayfa Sayısı: 280

Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları


       Herkese yeniden merhaba. Umarım keyfiniz yerindedir. Günler fazlasıyla sıcak geçiyor ve bu yüzden biraz huysuz hissediyorum. Ama yine de bol bol bir şeyler izleyip okumaktan geri durmuyorum. Bugün yine bir İş Bankası klasiklerinden birisiyle sizlerleyim. Bu seri sizce de çok iyi olmamış mı? Ben fazlasıyla sevdim. Çok farklı ve ilgi çekici kitaplar barındırıyor. Üstelik çoğu da çok da bilinmedik yazarlardan ve farklı ülkelerin edebiyatlarından. Sanırım biraz da bu yüzden hoşuma gidiyor bu kitapları okumak. Sözü çok uzatmadan bugünkü bahsedeceğim kitaba geçiyorum. Bugün birlikte üstünde duracağımız kitap Gizli Bahçe. Daha ismini okuduğunuzda bile sizde ilgi uyandırıyor hemen. Kitap İngiltere'de geçmektedir ve Burnett'in en popüler romanlarından biridir. İngiliz çocuk edebiyatının bir klasiği olarak görülür. Benim okuduğum bu çeviri ise daha çok yetişkinlere yönelik. Eğer çocuklarınız için bakarsanız daha sadeleştirilmiş bir şekilde basılmış çeviriler de bulabilirsiniz. Şimdi gelelim kitabın konusuna.
          Diğer çocuklara hiç benzemeyen ama bir o kadar da o farklılığın ortak paydada buluşturduğu iki küçük, sıska, sevimsiz, suratsız, şımarık kuzenin malikanedeki bahçelerden biri olan gizli bahçeyi keşfederek içinde bulundukları o ruh halinden sıyrılarak çocukluğa dönüşleri anlatılır. Mary Lennox annesini ve babasını hastalık yüzünden kaybeder ve eniştesinin yanına gönderilir. Mary hırçın, kibirli, sevilmeyi ve sevmeyi bilmeyen bir çocuktur. Diğer yanda ise sürekli öleceğini düşünen, şımarık bir çocuk olan Colin'i görürüz. Bu iki kuzeni bir araya getiren ise gizli bahçe ve Dickon'dur. Bu üç çocuğun bazen büyüklerden daha bilgece konuştuğuna bazense ufacık bir çocuğa nasıl dönüştüklerine şahit oluruz kitap boyunca.
       Yazarın dilini sevdim sanırım. Kitabı hiç sıkılmadan okudum. Bazen onlarla beraber üzüldüm bazen onlarla birlikte mutlu oldum. Okurken kesinlikle sıkmıyor. öyle sıkıcı bir dili yok. Bunda çevirmenin de büyük bir payı var tabii ki. Karakterin hem iç konuşmasına hem de diyaloglarına yer verilmiş. Her karakteri farklı ve bir bütün olarak tanıyoruz böylece. Kitabın başında olumsuz özelliklere sahip olan karakterler kitapta ilerledikçe olumlu yönlerde özelliklere sahip oluyorlar.
      Bir çocuğun yaşına göre davranması üzerinde durulmuş. Çocukların çocukluğunu yaşaması gerektiğine değinilmiş. Kitabın başında içine huysuz yaşlı bir kadının kaçtığını düşündüğüm Mary buna en iyi örnek aslında. Sürekli bir yaşlı bakıcıya emanet edilmiş, yalnız, mutsuz, her istediğini elde ederek bir çocukluk geçirmiş. İnsanlara tepeden bakmış, Hiç arkadaş edinmemiş. Tabii bunda en büyük pay da ailenin. Çocuğu ile hiç ilgilenmemiş iki ebeveyn. Ne de olsa yaşamına etki eder. Malikaneye taşınması ile kendini buluyor Mary. İlk defa bir çocuk gibi hissediyor. En basiti cildi yaşlılarınki gibi soluk değil de daha canlı pembe bir renk alıyor. Bence bu çok güzel bir detaydı. Bir insanın yaşamının evrelerine güzel bir değinme noktası. 
         Ayrıca iki farklı ülkenin de yaşayış tarzına da ışık tutuyor yazar. Bir yanda yoksul bir ülke olan Hindistan, diğer tarafta ise insanların daha düzgün bir yaşama sahip olduğu İngiltere. Mary bu yüzden bir kültür çatışması yaşıyor. Bize de bu çatışma ile o dönemde ülkelerin durumu ile ilgili bilgi veriliyor. Mary, İngiltere'ye ilk geldiğinde evdeki hizmetçilere sanki bir köleymiş gibi davranıyor. Nedeniyse yaşadığı yerdeki insanlara bu şekilde davranılması. Mary zengin bir ailenin tek çocuğu. Bu yüzden farklı bir bakış açısıyla görüyor çevresini. Belki de fazlasıyla kibirlice.
        Biraz da Colin'den bahsedelim. O da ailenin tek çocuğu ve ilerde kambur olacağı düşünülerek sürekli kontrol altında tutulmuş ve odasından çıkmasına dair izin verilmeyen bir çocuktur. Haliyle o da el üstünde büyümüştür. Bu da Mary ile çok benzer olduklarını gösteriyor. Sürekli öleceğini düşünür. Bunun nedeni ise çevresindekilerin onun öleceğini düşünmesidir. Daha on yaşındaki bir çocuk üzerinde böylesine bir baskı kurmak ne kadar doğrudur orası tartışılır. Yalnız bir şekilde büyüyen bu çocuğun bir gülün tomurcuğu gibi yavaş yavaş açılmasına şahit oluruz. Kitabın sonunda da derin bir oh çekmeden edemeyiz.
       Son olarak bu iki çocuğu birbirine bağlayan Dickon. Hayvanları, doğayı, insanları koşulsuzca seven bir çocuk. Büyümüş de küçülmüş gibi. Fazlasıyla  bilgili, arkadaş canlısı bir çocuk. Onun bu tavırları ve karakteri Mary ve Colin arasında bir köprü kurar. birbirlerinin kalplerine dokunabilmek için bir araç işlevi görür. Keşke benim de böyle bir arkadaşım olsaydı demekten alamayız kendimizi.
        Kitapla ilgili daha değinmek istediğim o kadar çok şey var ki. Ama kendiniz okusanız daha iyi. Sizi böyle güzel bir yapıttan mahrum bırakmak istemem. Kendi içinizdeki tomurcuğun bir gün açılması dileğiyle...
 
  

Share
Tweet
Pin
Share
7 Comments

 

Herkese merhaba. Bugün birbirinden farklı türlerde izlediğim animelerden önerilerde bulunmaya geldim. Sizi bilmem ama ben dizi, film izlemektense anime izlemeyi daha çok seviyorum. Hem konuları her defasında birbirinden farklı oluyor hem de süreleri daha kısa. Uzun süren yapımları hiçbir zaman izleyememişimdir. Dikkatim çabucak dağılır. Bu yüzden anime izlemeye başlamam benim için son derece iyi oldu. Sözü uzatmadan sizi animelerle baş başa bırakıyorum.

1.      Terra Formars

Türü: Korku, Aksiyon, Bilim Kurgu, Uzay

    Animede olaylar 21. yüzyılda geçer. İnsanoğlu şu anda olduğu gibi Mars’a keşifler gerçekleştirmektedir. Ancak bu kez orda yaşamak ve Mars’tan geldiğini düşündükleri bir virüsün tedavisini bulabilmek için. Bu olayların başlangıcında Mars’a hamamböcekleri ve gübrelenmiş toprak gönderilmiştir. Böylece orada toprak güneş ışığını emip böcek cesetlerini de toprak için besin görevi görecektir. Ancak işler yolunda gitmez. Mars’a giden keşif aracı Mars’a indikleri anda mutasyona uğramış dev insansı hamamböcekleri ile karşılaşırlar ve aralarında bir savaş başlar. Sizce insanlar ve böcekler arasındaki bu savaş ne olacak? Benim severek izlediğim bir anime ama yarım kalmış. Yeni bir sezon gelecek mi bilmiyorum. Sırf şu iki sezon için bile izlenir bence.

2.      Tense Shitara Slime Datta Ken

Türü: Fantastik


        Satou Mikami gerçek hayatta 37 yaşında ilişkileri düzgün gitmemiş bir adamdır. Bir gün sokak ortasında bir soyguncu tarafından bıçaklanır ve orada ölür. Ancak bu yaşamının sonu değildir. Başka bir dünyada-fantezi dünyasında- bir balçık olarak yeniden doğar. O eski yaşamını geride bırakır ve kendine yeni bir hayat kurar. Fırtına Ejderhası Veldora ile tanışması ile maceraları başlar. Artık bir balçık canavarı olarak yeni hayatına devam eder. Eğlenerek izlediği bir anime. Hala da devam ediyor. Çok eğlenceli karakterler var. Ayrıca da hayat dersi bile veriyor. Birbirinden farklı türlerde olan canlıların birbiriyle iyi geçinip dost olabileceğine, dostluğa, verilen sözlerin değerine güzel bir şekilde de değiniyor.

3.      Fullmetal Alchemist

Türü: Fantastik, büyü, aksiyon, askeri


        Edward ve Alphonse Elric kardeşler bir kasaba tarzı bir yerde anneleri ile yaşamaktadırlar. Babaları bir simyacıdır ve yıllar önce ortadan kaybolmuştur. Bir gün annelerinin hastalığı iyice kötüleşir ve ölür. İki kardeş annelerini diriltmek için simyaya başvururlar. Ancak işler istedikleri gibi gitmez her şey. Simyada eşdeğer değiş tokuş prensibi vardır. İnsan bir şeyleri feda etmeden hiçbir şey elde edemez. Bir şeyi elde etmek istiyorsan ona eş değerde bir şey sunmalısın. Annelerini diriltmeye çalışırken Edward bir kolunu ve bir bacağını, küçük kardeş Alphonse de bedenini kaybeder. Hem bdenlerini ve bazı uzuvlarını kaybetmişlerdir hem de anneleri dirilmemiştir. Ed kardeşine olanlar için kendisini suçlar ve onun bedenini almak için Devlet simyacısı olarak çareler aramaya başlar. Henüz çok fazla bölüm izlemememe rağmen beğendiğim bir anime. Kardeşler arasındaki o bağ beni fazlasıyla etkiledi. Ayrıca simya ile ilgili böyle bir anime yapmaları da çok ilgimi çekti. Anime yapımcıları daha doğrusu manga yazarları gerçekten bu konuları bulmak için ne kadar da uğraşıyorlardır. Gerçekten takdir etmemek elde değil.

      Artık izlediğim animelerden beğendiklerimi buraya yazmayı düşünüyorum. Herkesin bildiği o animeleri de izledim ancak ne de olsa herkes onları az buçuk biliyor ve izliyor. Ben burada daha az popüler olan ve izlemeye değecek olanları paylaşmayı düşünüyorum. Yoksa bir Naruto’yu ben de izledim. Neyse bugünlük bu kadar. Keyifli izlemeler 😊

 

 

Share
Tweet
Pin
Share
7 Comments

 


Kitabın Adı: Martıya Uçmayı Öğreten Kedi

              Yazarı: Luis Sepulveda

              Sayfa Sayısı: 112

              Yayınevi: Can Çocuk Yayınları

              Yaş Aralığı: 8-11

              Türü: Öykü

 

Merhaba herkese. Bugün yeniden bir çocuk kitabı ile geldim. Bu aralar nedense buna takmış durumdayım. Sanırım büyüklerin o kasvetli dünyasından sıyrılıp çocukların o masum ve temiz dünyalarında olmak bana iyi geliyor. Kime iyi gelmez ki? Elime bir çocuk kitabı aldığımda bitirmeden bırakamıyorum. Konuları da hem bambaşka. Hele bir de çizimler ile dolu olduğu zaman tadından yenmez. Bu yüzden Can Çocuk Yayınları’nın kitaplarını okumaktan zevk alır oldum. Hem kitapların basımı çok güzel hem bol bol çizimlerle dolu. Üstelik çocuklarınız için istediğiniz yaş aralığında ve konuda kitaplar da bulabiliyorsunuz. Aşağıya sitenin linkini incelemeniz için bırakıyorum.

Gelelim kitabımızın konusuna. Kitabın konusu genel itibariyle çevre bilincini kazanma ve yaşadığımız dünyada sadece bizim olmadığımızı fark ettirme. Biraz arkadaşlık biraz da dayanışma. Kuzeyde gemilerden okyanusa dökülen petrollerden birçok canlı zarar görmektedir. Martı Kengah da onlardan biridir. Petrole bulanır ve zor da olsa karaya ulaşmayı başarır. Ancak ölmek üzeredir. Bir evin balkonuna kendisini zor atar. Orada Zorba adında bir kedi ile karşılaşır. Ölmeden önce bir yumurta yumurtlar ve bu yumurtayı da Zorba’ya emanet eder. Ölmeden Zorba’dan üç söz ister. Bunlar: Zorba’nın yumurtayı yememesi, yavru doğana kadar onu sıcak tutup göz kulak olması ve ona uçmayı öğretmesidir. Sizce Zorba martıya verdiği sözleri tutmakta başarılı olabilecek midir? Okuyup görmeye ne dersiniz.

Bu kitap 12 dile çevrilmiş güzel bir dostluk öyküsü aslında. Birbirinden tamamen farklı olan iki canlının dostluğu hem de. İki farklı canlının birbirine gösterdiği o dostlukla mucizelere şahit oluyoruz. Çocuklara birçok güzel davranış aşılıyor diyebiliriz. Dünyada sadece bizim yaşamadığımız, verilen sözlerin tutulmasının ne kadar değerli olduğu, bir elin nesi var iki elin sesi var atasözünün aslında ne kadar da kıymetli olduğu ile ilgili ve daha bir sürü şey.

Hikâyenin tamamında hayvanlar yer alıyor. Özellikle de kediler. Bunun yardımıyla da doğa ve hayvanlar hakkında bir sürü şey öğrenmeye fırsatımız oluyor. Onların dünyasına adım atıyoruz ve onların gözünden kendimizi görme fırsatı elde etmiş oluyoruz. Bence bu fazlasıyla zor bir şey bir yazar için. Farklı bir canlının gözünden bizim dünyamıza ışık tutmak.

Kitapta harika çizimler var. Bir yandan okurken bir yandan da çizimleri gördükçe olayı gözünün önünde canlandırmak o kadar gerçekçi bir hal alıyor ki. O yaştaki çocuklar zaten belirli oranda resim ve yazı olan kitaplara yönelirler. Ne saf yazı ne de saf resim olan kitaplar onların ilgilerini çeker. Bu yüzden bu yayınevinden çıkan çocuk kitapları daha çok ilgi çeken türden. Ama maalesef bizim toplumuzda çocuk kitaplarını okuyan çocuk çok az. Ne aile bu konuda duyarlı ne de çocukları yönlendirecek doğru düzgün birileri. Bu yüzden çocuklar için bu kadar çabalayan yayınevlerini görmek beni fazlasıyla mutlu ediyor.

Kitapta insanların çevreye verdikleri zararları anlatarak başlıyor yazar. Bir millet olarak değil genel olarak bakıyor olaylara. Düşüncesizce etrafa verdiğimiz zararların sonuçlarına aldırmıyoruz bile. Bize ucu dokunmayacak gibi davranıyoruz. Daha yeni yeni bunlar için bir şeyler yapılıyor. Ancak daha yıllar öncesinde yazılmış bu kitap ve biz ne kadar da yavaşız bir şeyleri değiştirmek için. Çocuklara bunu daha erken yaşlarda kavratarak geleceğe bir ışık yakıyor aslında yazar. Bizim değiştiremediğimiz o dünyayı belki de onlar değiştirecek. Bizim için de geç değil. Aslında hiçbir şey için geç değil. Sadece hareket etmiyoruz o kadar ve birlik olmuyoruz. Bir kişi tek başına belki birçok şeyi yapmakta zorlanabilir. Ama ne demişler birlikten kuvvet doğar. Bir şeylerin değişmesi için bir kişi yetmez. Milyonların çabalaması gerek.

Kitaptan Bazı Alıntılar:

·         Yalnızca cesaret edenler uçabilir.

·         Bazen bazı insanları çıldırıp çıldırmadığını soruyorum kendime, okyanusu kocaman bir çöplük haline getirmeye çalışıyorlar.

·         Bir kuşa uçmayı öğreten gökyüzü, öğretemedi insanlığa mavinin kudretini!

·         Bize benzeyenleri kabullenmek ve sevmek çok kolaydır ama farklı biriyle bu çok zordur.

 

Share
Tweet
Pin
Share
4 Comments


Kitabın Adı: Matilda

              Yazarı: Roald Dahl

              Sayfa Sayısı: 256

              Yayınevi: Can Çocuk Yayınları

              Yaş Aralığı: 9-12

              Türü: Roman

 

Merhaba herkese. Bugün hem büyüklerin hem de çocukların mutlaka okuması gerektiğini düşündüğüm ve bir o kadar da çocuklarınıza hem kitap sevgisi kazandıracak hem de onların hayal dünyasını geliştirecek bir çocuk kitabı tanıtmaya geldim sizlere. Ben severek okudum ve hızlıca da bitti. Mesleğim gereği çocuk kitapları okumayı kendime bir görev biliyorum. Böylece hem çocuklar için doğru kitabı seçebiliyor hem de kendi okuma serüvenime de yeni bir kitap eklemiş oluyorum. Bugünkü o kitaplardan birisi de Matilda. Kitap üçüncü sınıf seviyesinden itibaren okunabilir. Zaten kitabın ana karakteri olan Matilda da yaşı küçük bir çocuk. Bu yüzden çocuğun kendisi ile özdeşleştirmesi de zor olmayacaktır. Özellikle bu yaştaki çocuklara kitap okuma sevgisini kazandırmak için etkili bir kitap da. Çocuğa bir beceriyi kazandırmak için o beceriyi seveceği etkinlik yapmak daima daha etkilidir o konu hakkında bilgi vermektense. Ben bu konudan yanayım. Sözü daha uzatmadan içeriğinden kısaca bahsetmek istiyorum.

Her şey daha Matilda üç yaşındayken başlar. Anne, babası ve abisi ile yaşar Matilda. Anne ve babası son derece ilgisiz ve televizyon düşkünü bir yaşam sürdürmektedirler. Evlerinde asla kitap yoktur. Akşamları yemeği hani şu yurtlarda bir zamanlar vardı bölmeli tepsiler var ya o tip tabaklarda televizyonun önünde yerler. Anne ve baba tek bir çocukları varmış gibi davranmaktadır. Baba bu durumu daha baskın göstermektedir. İşte böyle bir aile ortamında yaşamaktadır Matilda. Evde bulduğu babasının dergileri ve gazeteler ile daha üç yaşında iken okumayı kendi kendine öğrenir ve daha çok okuyabilmek kütüphaneye gidip gelemeye başlar. Kitapları bir çırpıda bitirir. Ama hala annesi ve babası için bir baş belasıdır her ne kadar bir şey yapmasa da. Bir gün aklına bir fikir gelmesi ile ailesinin kendisine olan davranışlarını değiştirmekte bir yol açacağını düşünür. Asıl olaylar da buradan itibaren başlar ve onun okula başlaması ile de devam eder maceraları.

Öncelikle Matilda tam bir kitap kurdu. Okumayı kendi kendine öğrenmesi, kütüphaneye gidip kitapların hepsini okuması öylesine hayranlık verici ki anlatamam. Resmen okurken özendim diyebilirim. Evet aile yönünden şanslı olmayabilir ama en azından kendi çabasıyla gidebileceği bir kütüphane var ve bana kalırsa bu müthiş bir şey.


Anne ve babasının son derece ilgisiz ve ona karşı sert bir tavırlarından olduğundan bahsettik. Kimi aileler vardır sadece tek bir evladı varmışçasına davranır ve onun her hatasını affedip her şeyiyle ilgilenirler. İşte o da böyle bir ortamda büyüyen bir çocuk. Aile oğullarına karşı iyi davranırlarken söz konusu kızları olunca ilgisiz ve son derece sert olabiliyorlar. Evde o konuşunca azarlıyorlar. Bir şey bilemeyeceğini düşünüyorlar. Ayrınca Matilda’nın babasında şöyle bir düşünce yapısı var. Kız çocuklarını daha doğrusu kızlara karşı. Onların bir şey bilemeyeceğini düşünür ve küçümseyici bir şekilde yaklaşır. Hatta bir olayda şöyle bir diyalog geçer:

‘’Bırak palavrayı!’’ diye bağırdı baba. ‘’Tabii ki baktın! Bakmış olmalısın. Dünyada hiç kimse doğru cevabı öylece veremez, hele hele bir kız çocuğu!....’’

Görüldüğü gibi babanın küçük kıza olan tavrı bellidir. Ancak kitabı bitirince de fark ediyorsunuz ki bu yukarıda bahsettiğimiz yanlış tutum yazar tarafından eleştiriliyor ve Matilda çok zeki bir kız olarak her şeyin üstesinden geliyor. Bir kızın neler başarabileceğini gösteriyor ve babanın yüzüne bu gerçeği adeta bir tokat gibi vuruyor.

            Kitapta çocuklara düzgün davranmayan büyüklerin başına neler geldiğini de görüyoruz. Dikkate alınmayan Matilda ya da öğretmenin öğrencilere olan tavırlarından artık hoşlanmayan Lavender’de bu durumu en net şekilde görüyoruz. Bir çocuğun kendini kabul ettirmek için çırpınışları belki de. Aslında çoğu ailenin farkında olmadığı bir durum. Kitapta bu şekilde bazı eleştiriler var bana göre ve o yaştaki çocukların kendinden büyükler tarafından kabul edilmelerinin de ne kadar önemli olduğunun üstüne basıyor.

            Kitabı okurken bir sürü resim karşılıyor bizi. Daha kitaba başlamadan bir karakter tanımı verilmiş bize. Onların isimleri ve resimleri. Bence bir kitaba başlamak için çocuğun ilgisini çekmek için daha ne olabilir ki. Kitabı okurken yer yer devam ediyor zaten resimler. Olaylarla bağlantılı bir şekilde tabii ki. Resimlemeleri ben çok beğendiğim. Güçlü bir çizim ve harika bir hayal gücünün birleşimi. Böylece çocuklar kitabı okurken hem okur hem de resimlerine dikkat edebilirler. Hem sıkılmamış da olurlar. Yazı boyutu da minicik değil. Tam okumalık türden.


İlerde öğrencilerime okutmak istediğim kitapların arasına çoktan girdi bile. O günleri merakla bekleyerek yazıyorum bu yazıyı. Umarım siz de kardeşlerinizle, torunlarınızla, çocuklarınızla veya öğrencilerinizle severek okursunuz.  

İşte Size Kitaptan Birkaç Alıntı

·         Bir şeyin üstesinden gelmek istiyorsan, hiçbir şeyi yarım yamalak yapma. Cüretli ol, sonuna kadar git.

·         “Tanrı aşkına söyler misin, TV’nin ne eksiği var? Altmış iki ekranlı güzel bir TV’miz var ve sen gelip benden kitap istiyorsun! Kızım, iyice şımarıyorsun artık sen!”

·         "Biraz Dickens ya da Kipling okumuş olsalar, hayatta insanları aldatmaktan ve televizyon seyretmekten başka şeyler olduğunu kısa sürede keşfedebilirlerdi. "

 


Share
Tweet
Pin
Share
2 Comments

 


Merhaba blog sakinleri. Nasılsınız? Ben pek de iyi değilim. Hayatımda yolunda giymeyen ve beni derinden etkileyen olaylar olmaya devam ediyor. Bu yüzden de bu ay fazla aktif olamadım ve fazla sayıda da kitap okuyamadım. Ama en azından biraz da olsa okumuşum. Fazla uzatmadan kitaplarla sizleri baş başa bırakıyorum. Umarım okuduklarım sizler için bir öneri olur da siz de okursunuz. Eğer okuduklarınız varsa da düşüncelerinizi aşağıda belirtebilirsiniz. Kitap okuma grubu da kurmak istiyorum. Her hafta bir kitap belirleyip okuyabiliriz. Ne dersiniz? Cevaplarınızı bekliyorum.


1.      Boyalı Peçe/W. Somerset Maugham

1920 yıllarda Londra ve Hong Kong’da Kitty adındaki bir kadının kendi benliğini bularak uyanışını gerçekleştirdiği bir eserdir. Kitty annesi tarafından sosyal statü dikkate alınarak evlilik yapması için yetiştirilmiş genç bir kızdır. Zaman geçer ama hala kendi istediğine göre birisini bulamaz. Artık bu umutsuz durumdan kurtulmak için de Hong Kong’da yaşayan ve bakteriyolog olan Walter ile evlenir. Bu mecburiyetten doğan evlilik bir ihanet ile sonuçlanacaktır. Ancak birçok yaşanan olaylar ile de Kitty kendini bulmaya uyanışını gerçekleştirmeye bir adım daha yaklaşacaktır.

https://kitap28.blogspot.com/2021/06/boyal-pece-w-somerset-maugham.html


2.      Pinokyo/Carlo Collodi

            Geppetto isminde bir marangoz vardır. Bu marangoz bir gün arkadaşı olan Antonio’dan kukla yapmak için bir odun parçası ister. Arkadaşının verdiği odun parçasından bir kukla yapar ve adını da Pinokyo koyar. Pinokyo tamamlandıktan sonra gülüp etrafta koşmaya başlar. Aşırı yaramaz ve enerjik bir kukladır. Geppetto ustanın hiç çocuğu yoktur. Pinokyo artık Geppetto ustanın oğlu olmuştur. Babasına her zaman uslu olacağına dair sözler verse de durmadan yaramazlık yapar ve başını belaya sokar. Bu yaramazlıkları ile başına türlü türlü olaylar gelir bu tek hayali gerçek bir çocuk olmak olan kuklaya.

https://kitap28.blogspot.com/2021/06/pinokyocarlo-collodi.html


3.      Doktor Moreau’nun Adası/H. G. Wells

             Olaylar Edward Prendick etrafında gelişir. Prendick yaşadığı bir gemi kazası sonucunda başka bir gemideki Montgomery tarafından kurtarılır. Bu adam ile tanışması onun bundan sonra yaşayacaklarının ilk adımıdır. Montgomery yanında birkaç adam ve hayvanla volkanik bir adaya gitmektedir. Bu adada yaşayan kimse yoktur. Montgomery, Prendick’i yanında mecburen adaya götürmek zorunda kalır. Montgomery bu adada Doktor Moreau’nun deneylerine yardımcı olmaktadır. Doktor Moreau ise bir zamanlar yaptığı deneyler nedeniyle dışlanmıştır ve bu adada kendi kendine bazı deneyler yapmaktadır. Bu deneyler önceki deneylerinden fazlasıyla farklıdır. Deneylerinde belli canlıların dokularını ve organlarını keserek başka bir canlıya yerleştirerek yeni baştan bir canlı yaratmaya çalışmaktadır. 

https://kitap28.blogspot.com/2021/06/doktor-moreaunun-adash-g-wells.html


4.      Bir Kedi, Bir Adam, İki Kadın/J. Tanizaki



Farklı ülkelerin edebiyatlarına olan ilgim her gün daha da artıyor. Bu eser de Japon edebiyatından. Eğer siz de bu tip farklı ülkelerin edebiyatlarına merak duyuyorsanız Jaguar Yayınları’nın sitesine mutlaka bir göz atın derim. Şozo ve Şinako evli bir çifttir. Ancak Şozo’nun annesi nedeniyle ayrılırlar ve yakın bir akrabası olan Fukuko ile evlenir Şozo. Bir gün Şinako’dan bir mektup gelir. Yuvası dağılan bu kadın giderken bir tek şey bile almamıştır evden. Mektupta ise istediği tek bir şey vardır. O da Lili ismindeki kedi. Şozo bu Lili ismindeki kedisine adeta tapar. Hayatlarının en derin yerlerinde bulunan bu değerli varlığı istemesine anlam veremez. Altında bir neden aramaz. Ama aslında çok masumca görünen bu isteğin arkasında bambaşka bir gizem saklıdır.


5.      Hasretinden Prangalar Eskittim/Ahmed Arif


Hangimiz şiir sevmez ki. Ben şiir okumaktan büyük zevk almışımdır hep. Hatta bir şiir defterim bile var beğendiğim şiirleri yazdığım. Ahmed Arif de onlardan birisi işte. Tekrar tekrar okuduğum şiirleri vardır. Her bir mısrası beni ayrı etkiler. Hasretinden Prangalar Eskittim isimli kitabı şairin tek kitabıdır. Nedense bu beni hep üzer. Daha fazla şiirini okumak istemişimdir hep. Ama anlarsınız ki o tek kitap bile insana neler hissettirir. Kitaptaki en sevdiğim şiiri Cem Karaca tarafından da seslendirilmiş olan Ay Karanlık isimli şiiridir.


6.      Şimdiki Çocuklar Harika/Aziz Nesin


Aziz Nesin’in hem çocuklara hem de büyüklere yazdığı kitabı. Kitap Ahmet ve Zeynep adında iki çocuğun mektuplarından oluşmaktadır. Bu iki arkadaş bir zamanlar aynı okuldayken Zeynep’in babasının işi nedeniyle farklı şehirlerde yaşarlar. Ahmet İstanbul’da, Zeynep ise Ankara’dadır. Bu aralarındaki mektuplaşmalarla Aziz Nesin çocukların annelerini, babalarını, öğretmenlerini ve çevreyi nasıl gördüklerini anlatır. Kitapta büyükler çocukların gözüyle sunulur ve çocuklara bazı konularda öğüt verir. Büyükler çocuklarını anlamak için, küçükler ise kendilerini nasıl savunmaları gerektiğini öğrenmeleri için mutlaka okumalıdır bence.

Share
Tweet
Pin
Share
8 Comments
Newer Posts
Older Posts

İzleyiciler

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

Hakkımda

Merhaba! Bloğuma hoş geldiniz ben Gizem. Türkçe Öğretmeniyim. Bu blogda izlediğim animelerin, dizilerin, filmlerin ve okuduğum kitap ve dergilerin incelemelerini paylaşacağım. Şimdiden keyifli okumalar.

Kategoriler

  • Anime (2)
  • Blogger Kitap Kulübü (1)
  • Blogları Canlandırma Projesi (5)
  • Film İncelemesi (6)
  • Kitap İncelemesi (25)
  • Okuduklarım (7)
  • Çocuk Kitapları (7)
  • Öykü (3)

Blog Arşivi

  • Temmuz 2023 (1)
  • Ocak 2023 (2)
  • Aralık 2022 (1)
  • Ekim 2022 (1)
  • Eylül 2022 (1)
  • Ağustos 2022 (4)
  • Temmuz 2022 (1)
  • Eylül 2021 (1)
  • Ağustos 2021 (6)
  • Temmuz 2021 (7)
  • Haziran 2021 (5)
  • Mayıs 2021 (11)
  • Nisan 2021 (7)
  • Mart 2021 (6)

Created with by ThemeXpose